Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
‘Vallahi Biz NATO’cuyuz’ zirvesi
Felsefe dersindeydik. Öğretmen, “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” diye başladı. Sınıf derin sohbete dalarken en arka sıradan bütün dönem sessiz oturan çocuğun sesi duyuldu: “Ben yıkanırım”. Herkes meraktaydı, yanıt verdi: “Bir burada yıkanırım, koşar suyu yakalar bir de orada yıkanırım”.
Uğur Mumcu, Soğuk Savaş’ın bitişinden sonrasını “Pentagonizm” kavramıyla karşılıyordu. Pentagonizm, “Amerika’nın ekonomik çıkarlarına ideolojik kılıf ve stratejik gerekçe bulan savaş teorisi”ydi. “Türk Memet Nöbete” seçkisinde yer alan, aslı 24 Ağustos 1990 tarihli yazısında, Türkiye’ye düşenin “petrol bekçiliği” olduğunu anlatıyordu. En önemlisiyse rejimin niteliğiydi. “Yeni Ortadoğu dengelerinde Türkiye’ye yeni roller verilecek. Türkiye’nin siyasal rejimi ve geleceği de verilecek bu rollerle biçimlenecek” diyordu. Sahiden öyle oldu. Özal’ın Körfez politikalarından Erdoğan’ın iktidara gelişine kadar, rejime rengini veren “Pentagonizm” oldu.
ABD geri döndü
Biden ile oturup, Biden ile kalktık. Erdoğan, aylarca telefon beklediği Biden’la “hamdolsun” görüşecekti. Herkesin sessiz olması isteniyordu. Bir rahatsızlık yaratmasın diye Sedat Peker bile sakin kaldı. Oysa Biden ile Erdoğan’ın yarım saatlik görüşmesi, hazırlanmış bir fotoğrafın pozundan ibaretti.
Öyle ya, Erdoğan’ın dostu Trump, tam bir tüccar gibi, müttefiklerine, “Para vermezseniz NATO’dan çıkarım” demişti. Joe Biden’ın, ABD’nin emperyal politikalarını sürdürdüğü uluslararası kurumlara geri dönmesi bekleniyordu. Biz Erdoğan’a odaklandık. Oysa Biden’ın diplomasisinde İngiltere de AB de Rusya da vardı. Joe Biden, NATO turunu, ABD’nin “Batı ittifakı”nın yeniden lideri olduğunu göstermek için kullanıyordu.
NATO siyasetini yeniden tanımlamak
NATO toplantısına sunulan belge “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlığını taşıyor. 138 maddelik metin; beş kadın beş erkek, 10 diplomat-uzman tarafından yazıldı. Bu isimlerin arasında, 2020 Nisanı’na kadar NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevini yürüten, Tacan İldem de var.
Uğur Mumcu’nun tanımladığı gibi, NATO, Soğuk Savaş’tan sonra da kendisine bir vizyon çizmişti. Ancak emperyal düzenin içindeki kırılmalar, bu misyonu siyasi belirsizliğe uğrattı. İzolasyoncuları sevindiren Trump ya da Brexit’e oynayan Johnson gibi liderler de NATO’nun “ne olduğu”nu tartışmaya açtı. Bir buçuk yıl önce “NATO siyaseti”nin yeniden tanımlanmasına karar verildi. İşte söz konusu belge de böyle ortaya çıktı.
Tacan İldem, zirveden üç gün önce kaleme aldığı yazıda, ortaya koydukları siyasi stratejiyi şöyle tarif ediyor:
“NATO, Rusya’ya karşı bir yandan caydırıcılığını ve savunmasını güçlendirirken öte yandan da anlamlı bir diyaloğun muhafazasını öngören ‘çift kulvarlı yaklaşım’ını sürdürmeli. (…) NATO’ya doğrudan askeri tehdit oluşturmayan Çin’e ve özellikle bu ülkenin teknoloji alanında kaydettiği gelişmelerin güvenlik üzerindeki yansımalarına ilişkin değerlendirmelerin hem sınamalar hem de fırsatlar penceresinden yapılması önem taşıyacaktır.” (fikirturu.com, 2030: Yeni Çağ İçin Birliktelik)
Her siyasi hedefin bir tarafı, bir de karşıtı var. On yıl önceki konseptte Rusya’dan “işbirliği ortağı” diye bahsedilirken Çin’in ise adı yoktu. Yakın zamanda, Ukrayna’da Batı ile Rusya silahlarının karşı karşıya geldiği evrede; NATO, ABD öncülüğünde hedefine Rusya ve Çin’i koydu.
Politika bir cephe sanatıdır. Her cephenin özü bir taraf çizmeye dayanır. Stratejisi, kendini büyütmek, karşı cepheyi ise yalnızlaştırmaktır. Tarafsız olanı safına çağırmak, karşı safta olanı ise tarafsızlaştırmak bunun bir parçasıdır. İşte son dönemde “sadakatsiz üye” sayılan Türkiye için bu yeni siyaset tanımı, seçimini yeniden tanımlama imkânı demekti.
Kore kanıyla alınan üyelik
NATO’nun kuruluşunu, 2. Dünya Savaşı’nın Stalingrad’da bitmesine borçluyuz. Sovyet düzenine karşı bir ittifak tanımlayan Batı düzeni, o dönemde de Türkiye’ye karşı şüpheciydi. 2. Dünya Savaşı’ndan tüm tarafları kızdıracak şekilde sabırla uzak duran Türkiye, yeni dünyada kendisini nasıl tanımlayacaktı?
4 Nisan 1949’da NATO’yu kuranlar, aralarına Türkiye’yi almadı. Hoşnutsuzluk, Ankara’dan dünyaya defalarca tekrarlandı. İktidarının son günlerini yaşayan CHP hükümeti, 11 Mayıs 1950’de, kaybedeceği seçime üç gün kala, ilk resmi başvuruyu yaptı. Ancak başarısız oldu.
Demokrat Parti (DP) hükümeti, safını tartışmasız olarak NATO’dan yana seçmişti. Fakat niyetinizin olduğunu dünyaya da kanıtlamanız gerekir. Kore Harbi bunun fırsatını verdi.
Sembolik değil… Türkiye, ABD’den sonra Kore’ye en çok asker gönderen ülkeydi. Düşünerek de değil… Türkiye, ABD’den sonra Kore’ye asker göndermeye en hızlı karar veren ikinci ülkeydi. Karar, olağandışı bir şekilde, TBMM’de bile görüşülmeden alındı.
Bedeli ağır, 721 şehit verildi. 672 asker yaralı olarak ülkeye döndü. 1475 yaralı Mehmetçik, Kore’de tedavi gördü, 243’ü esir düştü, 175 kişi ise kayıp yazıldı. Ama bir yıl önce Türkiye’nin başvurusunu reddeden NATO, Eylül 1951’de Türkiye’yi oybirliğiyle davet etti. Elbette NATO’nun güney kanadının güçlendirilmesi niyeti de bunda etkili oldu. Ama Türkiye, NATO üyeliğini Kore kanıyla aldı.
AKP’den ikinci Kore denemesi
Şimdi…
ABD’nin geri dönüşüyle NATO, kendisini yeniden tanımlıyor. Karşısına sınırlarını çizdiği bir Rusya’yı ve henüz tanımladığı Çin’i alıyor. Güney kanadını güçlendirmeyi yine hedef olarak koyuyor.
Türkiye’deki “çizgisi belirsiz iktidar” için, tıpkı 70 yıl önceki gibi, tarihsel evre çizgi belirlemek için fırsat yaratıyor. 70 yıl önce de ABD Senatosu’nda şüpheyle bakılıyordu, bugün de aynı Senato’da Türkiye için “NATO müttefiki gibi davranmıyor” denildi. Teşbihte hata olmaz. AKP’ye “Vallahi biz NATO’cuyuz” demek için bir Kore Savaşı gerekiyordu. Yoktan harp olmadı. Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi imkân yarattı. AKP, Taliban’a karşı Mehmetçiği göndermeye, Kâbil’de Batı düzeninin istasyonu olan havaalanını savunmaya talip çıktı. “Suriye’de de Libya’da da Afganistan’da da NATO için hem de Müslüman kimliğimizle oluruz” siyaseti, NATO pazarında yeniden saf tutmanın sloganı oldu. Hükümet medyasından okuyoruz, S-400’ler hangarlarda işte bu pazarlık için çürütülüyordu. Aylar süren müzakereler bir pazartesi merhabasına kaldı.
Dün, sorsanız ABD darbeci, muhalefet Biden’cıydı. Şimdi ABD baharı AKP’ye, Biden’ın yumruk selamıyla geldi. Zaten Erdoğan 10 yıl önce hasta olduğunda, Biden onu evinde ziyaret etmemiş miydi? Bugün de sürekli kan kaybeden hasta iktidar için, bir Biden gülümsemesi ilaç oldu.
70 yıl sonra Türk Memet yeniden nöbete gidiyor. İkinci kez yıkanabilir mi bilmem. Ama birileri kesinlikle akan kirli suyu yakalamaya çalışıyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- İlk kez tek bir fotonun nasıl göründüğü gösterildi
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Yıkılması gerekiyor!