Barış Pehlivan
Barış Pehlivan baris.pehlivan@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ahtapotun kolları

14 Eylül 2021 Salı

Ahtapot ile Hortum arasında bir bağlantı var mıydı? 

Amerikalı gazeteci Kim Zetter’in yanıt aradığı kritik bir soruydu bu. 

Ahtapot benim bilgisayarıma 2011’de yüklenen virüsün adıydı. 

Hortum ise Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndaki polislerin bilgisayarına 2014’te yüklenen virüsün adı. 

Bana yüklenen virüsle arkadaşlarımla birlikte Silivri’ye girmemiz sağlandı. 

Polislere yüklenen virüsle istihbaratta yapılan çalışmalar gizlice takip edildi. 

İkisinin de faili Fethullahçılardı. Büyük örümcek ağı ise ayrıntıda gizliydi. 

Gazeteci Zetter, geçen hafta yayımladığı makalede şunları ortaya çıkardı: 

Ahtapot ve Hortum virüslerinde benzer kodlar vardı. Aynı elden çıkmıştı. 

Fethullahçı polisler Hortum aracılığıyla kendileri hakkında çalışma yürüten polislerin her adımını öğreniyordu. Emniyet İstihbarat’ta konuşulanlar dahi johndown@woxmail.com adlı bir mail adresine gizlice otomatik olarak gönderiliyordu. 

Peki, o adres kime aitti? Datalink AŞ’ye. 

Datalink neydi? 

Türk savcıların dahi WikiLeaks üzerinden öğrendiği bir şirket. Fethullahçıların muhalifleri takip virüsü için İtalyan Hacking Team firmasıyla görüşmede kullandığı paravan yer. Kurucusunun ByLock’u da tasarladığı kirli ağ. 

Neyse... 

Amerikalı gazetecinin “Karışık örümcek ağına dönüşen bir casusluk hikâyesi” adlı makalesinden öğreniyoruz: Emniyet İstihbarat’ın bilgisayarına casus yazılımı yükleyen komiser cezaevinden çıkmış ve 2019’da Türkiye’yi terk etmiş. 


DİYANET’İN UNUTTUĞU CİNAYET

28 Şubat davasında hapsedilen emekli generallerin rütbeleri söküldü. 

Eski AKP milletvekili Resul Tosun laikliğin anayasadan çıkarılması çağrısı yaptı. 

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş dinin ticarette, yargıda ve siyasette etkili olmasını istedi. 

Gözden kaçırmayalım: Menzilci örgütlenmenin olduğunu yazdığım Jandarma akademisinin mezuniyet töreni bu ayın başına yapıldı. Tören yine Diyanet İşleri Başkanı’nın dualarıyla gerçekleşti. 

Bugün tüm bunları düşünürken yeni bir kitabın sayfalarını karıştırıyorum. 

Adı Katli Vacip. Yazarı yıllarca yan yana mücadele verdiğimiz gazeteci dostum Fethi Yılmaz

Kitaptaki İmdat Kaya’ya dikkat kesiliyorum.

1982 yılıydı. Üsküdar’da Hasan Ali Ünal adlı bir müftü vardı. Anadolu çocuklarının tarikatların eline düşmemesi için mücadele veren bir din adamıydı. Bu yüzden hedefti, öldürüldü. 

Yedi sanıklı cinayet davasında, İsmailağa cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu ve İmdat Kaya için idam cezası istendi. 

İmdat Kaya, cinayet dosyasıyla ilgili Emniyet’teki ilk ifadesinde itiraflarda bulundu. Müftü Ünal’ın öldürülmesine dair camide toplantı yaptıklarını ve “ölüm fetvası” verildiğini kendi el yazısıyla kaleme aldı. 

Keza, Kaya’nın kardeşi Servet Kaya’nın bir telefonu da ilginçti. 

Cinayetten bir gün sonraydı... Kardeş Kaya, Üsküdar Müftülüğü’nü arayarak “Müftüye suikast düzenlendi” dedi. Garip mi, o saate kadar müftünün öldürüldüğünü sadece katilleri biliyordu. 

Sonunda ne mi oldu? 

Diyanet, kendi müftüsünü öldüren gücün üstüne gitmedi. Tetikçi Hamza Akdağ 39 yıldır bulunamadı. Azmettiricilerin dosyası ise kapatıldı. 

İmdat Kaya da 12 Eylül’ün mahkemesi tarafından “saygın isim” denilerek beraat ettirildi. 

İşte o isim, yani İmdat Kaya yıllar sonra 28 Şubat sürecinde tekrar sahneye çıktı. Bir belediyede mezarlıklar müdürüydü. 

O günlerde şu sözler duyuldu ağzından: 

“Laik demokrat kafalı insanların namazları kılınmaz. Zorlarlarsa karşı gelmeyin. Cenazesini yıkamak için yanınıza gelince, ‘yasaktır’ diyerek kimseyi almayın. Artık baş başasınız, onu orada bir güzel halletlikten sonra pamuk kullanmayın, bizim memleketimizde budaklı odun çok...” Yetmemiş olacak ki “Çankaya, Ezankaya oluncaya kadar bu savaş sürecek” bile dedi. 

Ve sonra... 28 Şubat döneminde Türkiye’den kaçtı. AKP iktidar olunca da geri döndü. Partinin “vefa” yemeklerinde “kanaat önderi” olarak ağırlandı. 

Okuduğunuz yakın Türkiye tarihidir. 


UFUK URAS’IN YAĞLARI

Onu en çok parlatan yayın organı Zaman gazetesiydi. 

Ergenekon ve Balyoz gibi Fethullahçı kumpasların “sol mahalledeki” savcısıydı. 

Fethullah Gülen’in mezardakileri kaldırarak oy kullandırma hayali kurduğu referandumun “sapına kadar evetçisiydi”

Say say bitmez... Ufuk Uras’tı o. 

Zaman kapanınca Sabah’a kapağı atmış belli ki. Eski Adnan Oktarİsa Tatlıcan’a konuşmuş, Sabah’a şu manşeti vermişti: 

“12 Eylül’e son darbe 15 Temmuz’da vuruldu.” 

Uras, 15 Temmuz’daki halk direnişinin 1980 darbesine karşı bir anlamı olduğunu da belirtiyordu. 

Ah işte, hafızasızlığa güveniyordu Uras. Zaman ve Taraf gazetelerinin arşivinin kapalı olmasından mutlu oluyordu. STV’nin videolarının internetten silinmesinden sevinç duyuyordu. 

Aksi halde daha fazla kişi şunu bilirdi: Fethullahçıların 15 Temmuz’da sokağa sürdüğü tankların paletlerini yağlayanlardan biriydi o. Ve bu yüzden 15 Temmuz’da halk bizzat Ufuk Uras’ın yaptıklarına karşı da sokağa çıktı. 

Az daha unutuyordum... 

2017’de yazdığı “Velhasıl” adlı anı kitabında “artık muhasebe zamanı” diyordu Ufuk Uras. Okuyan bilir, Fethullahçılarla ilişkisine dair bir gram muhasebe yoktu koca kitapta. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları