Ayşegül Yüksel

Ankara Devlet Tiyatrosu'nda dünya prömiyeri

31 Ekim 2017 Salı

 

Daha çok romanlarıyla tanınan Nahid Sırrı Örik, Cumhuriyet döneminin ilk edebiyatçılarından. Çok gezmiş, çok görmüş, yabancı dilleri ve kültürleri özümsemiş bir yazar. Bilinen dört oyunundan ‘İhanet’ ülkemizde ilk kez sahneleniyor. Özen Yula’nın rejisiyle sunulan yapımın dekor tasarımını Hakan Dündar, giysi tasarımını Özge Akarsu, ışık tasarımını Osman Uzgören yapmış. Koreografi Banu Demir’in.

Yazar, metnin içinde de dışa vurduğu gibi ‘bulvar tiyatrosu’ biçeminde bir ‘melodram’ yazmış. Ne ki ‘melodram’ olgusunu, Henrik Ibsen’in ‘gerçekçi’ oyunlarından çağrışım yaptıran bir dokuya yerleştirerek derinleştirmiş. Kısacası, sahnede gözümüzün önünde biçimlenen ya da betimlenen karakterler yaratmış. Olay örgüsünü de, tıpkı Ibsen oyunlarında gördüğümüz gibi, gelişmekte olan küçük yerleşim bölgelerine yerleştirmiş. ‘İhanet’ oyunu 1930’ların Ankara’sında ve küçük bir endüstri kenti olan Zonguldak’ta geçiyor. Müzeyyen Senar şarkılarının radyoda çalındığı dönem...

Melodram örgüsü

Devlet katında yükselmiş Mahmut Ata Bey’in ve Fitnat Hanım’ın Samanpazarı’ndaki konağındayız. Görgülü ama alaturka bir ev ortamı. Sacide (Başak Vural) ve Macide (Nur Serengül), dayıoğlu Celal’e (Şivan Binici) âşık iki kız kardeş. Sacide, sahip olduğu güzelliği Celal gibi sıradan bir banka memurunun dar gelirli yaşamı içinde harcamaya niyetli değildir. Parayı aşka yeğleyecek ve Celal ile olan nişanını bozarak, neredeyse dedesi yaşında olan, çok zengin işadamı Halim Bey’in 4. karısı olarak İstanbul’a taşınacaktır.

Oyunun Ibsen biçemindeki ‘serim’ bölümünün sonrasında bilinen olaylar izlenir. Kendini satan genç kızın gösterişli, ama mutsuz yaşamı, yaşlı kocanın genç karısına beslediği garez ve başka kadınlara düşkünlüğü, dürüst ve onurlu genç Celal ile ağırbaşlı Macide’nin yakınlaşması... Oyunun ‘gelişim’ aşamasında ve daha sonra yapılan ‘ahlaksız teklifler’le ‘doruk’ noktasına ve Ibsen biçemindeki buruk ‘final’e ulaşan melodram yapısının hakkı her adımda veriliyor.

Yorumda ‘stilizasyon’

Ben Ibsen gerçekçiliğini severim. İyi oynanırsa da keyifle seyrederim. Ama, sözgelimi, sevgili hocamız Sevda Şener, Ibsen tiyatrosunu yapmacık bulurdu. Özen Yula da hocası gibi düşünüyor olmalı ki oyunu bambaşka bir ‘konsept’e yerleştirmiş. Kişileri tipleştirerek bizim dizilerdeki iki boyutlu melodram kişilerine dönüştürmüş. Oyunculuk, dekor, dahası yer yer giysi tasarımları (hele Sümerbank basması giydirilmiş hizmetçiler) bile, tiyatroda ve sinemada ‘mış gibi yapma’nın getirdiği karikatürleşmenin ‘gerçek dışı’ estetiğini yansıtma yolunda değerlendirilmiş. Amaçlı olarak yapılan bu ‘gülünçleme’den yalnız Sacide ve sırdaşı kız arkadaşları değil, bir oranda Celal, büyük oranda Halim Bey’in oğlu Ziya (Kıvanç Değirmenci) da pay almış. Bu yaklaşımla, sahnede yaşananlar karşısında seyirciye eleştirel bir ‘uzak açı’ mı sağlanmak istenmiş? Ne ki, ‘karikatürleştirme’, sahnede yer alan kimi ‘acı yaşantılar’ı da yok edememiş. Sacide’nin pişmanlığı ve perişanlığı, Celal’in engelleyemediği duyguları, Macide’nin gerginliği, Mahmut Ata Bey’in ve Fitnat Hanım’ın çaresizliği, ‘gerçekçi oyunculuk’ ile ‘stilize oyunculuk’ arasında bocalar duruma gelmiş.

Bu bocalamayı yalnızca, Fitnat’ı oynayan Serpil Gül’ün ‘gözlerini konuşturma’daki ustalığı aşıyor. Mahmut Ata’da Mehmet Akay ve Halim Bey’de Levent Çelmen de ‘stilizasyon’ karşısında bocalamayan oyuncular. Bu arada, oyunun geçtiği dönemin çeşitli görsel-işitsel yansımaları içinde parıldayan şarkısı –ikincisi gereksiz olarak- üç kez yinelenen Müzeyyen Hanım’ı seslendiren ve görüntüleyen Duygu Biçer’in yeteneği göz alıyor. Benim diyeceğim, oyunu bir ‘dönem öyküsü’ yapan bu özellikler ile sahnede yansıtılan stilizasyonun birbiriyle bağdaşmadığı...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları