Ayşe Yıldırım

Celladın çözemediği zor bilmece

18 Ağustos 2016 Perşembe

“Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz”, “Benim memurum işini bilir” gibi özlü sözleriyle nasıl bir Türkiye dizayn etmek istediğini açıkça söylüyordu Turgut Özal. Elbette bunların başında da gazeteler geliyordu. Onun için de hayali vardı: Türkiye’de iki buçuk gazete kalacak...
Otuz yıl sonra onun izinden giden iktidar çıtayı daha da yükseltti.
Türkiye’de sadece onları destekleyen gazeteler kalacak.
Bu dönem hiçbir iktidarın yapmadığı bir süreçle karşılaştı basın dünyası. Gazete patronları gazetelerini satmaya zorlandı. Açığı olan gazete sahiplerinin şirketleri TMSF’ye düşürüldü. Daha sonra da iktidarın “birlikte çalıştığı” işadamlarına “zorla” satın aldırıldı.
Bir zamanlar ortak oldukları “paralel”in gazetelerine ve televizyonlarına ise kayyım atayıp kapattılar.
Ama başa çıkamadığı, kayyım atayamadığı, TMSF’ye düşüremediği, hâlâ “gazetecilik” yapmakta direnen gazeteler ve televizyonlar vardı.
Onun için de imdadına “Allah’ın lütfu” dediği darbe girişimi yetişti.
OHAL ilanından sonra çıkardığı kanun hükmünde kararname ile önce 45 gazete, 16 televizyon, 16 dergi, 3 haber ajansı ve 23 radyo kapatıldı. Ama bu yeterli değildi. Onun için de “sadece terör örgütü ile değil milli güvenliğe tehdit oluşturduğu ileri sürülen yapılarla irtibatlı olması halinde basın ve yayın kuruluşlarını kapatma” yetkisini bir bakanın iki dudağı arasına bıraktı.
Böylece her türlü keyfiliğin önü açılmış oldu.
Görünürde kendisinin besleyip büyüttüğü “FETÖ” ile mücadele ederken arada istemediği “diğerlerini” de rahatça tasfiye edebilecekti.
Ve o tasfiye harekâtının ilk büyük adımını önceki gün attı.
Ape Musanın çocukları”nın çıkardığı Özgür Gündem gazetesini “terör propagandası” yaptığı gerekçesiyle süresi belirsiz bir şekilde kapattı.
Kapatma kararı gazete yetkililerine bile ulaşmadan garip bir şekilde başka bir yayın organı tarafından duyuruldu. Yeni Şafak gazetesi internet sitesinden “müjde”yi duyurmuştu. Dünkü gazetesinde ise haberi iç sayfalarda “manşet özet” olarak veriyordu. Ama yaka paça, darp edilerek çalışanların gözaltına alındığına, yazarların evlerine baskın yapıldığına dair tek bir satır yer verme gereği duymamıştı.
Sadece o mu; Cumhuriyet, Evrensel ve Birgün dışında hiçbir gazete birinci sayfasından vermeye değer bulmamıştı basın özgürlüğüne yönelik darbeyi.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla, her devre göre hareket etme becerisi gösteren, biat için kırk takla atan gazeteler ve televizyonlar için haber değeri taşımıyordu bu ülkede bir gazetenin susturulması, gazetecilerin gözaltına alınması. Ne de olsa memleketin her tarafında “15 Temmuz ruhu” esiyordu. Bir zamanlar kavgalı oldukları her kesimle “barış” sağlanmıştı. Kontrgerilla eğitimi veren SADAT’ın kurucusu bile Saray’a danışman yapılmıştı.
“Başkomutan”, yasal yollarla yapamadığı tek adamlığını ilan ediyordu.
Bunlar yaşanırken ne önemi vardı Kürt kentlerindeki yıkımların, ölümlerin. Ya da HDP’li siyasetçilerin fezlekelerinin. Ya da Kürt medyasına yönelik baskıların...
Oysa 40 yıldır susmamış, baskıya boğun eğmemişti Kürtler. 24 yıllık yayın hayatında bombalamalara, kapatmalara, ölümlere karşın direnen Özgür Gündem gibi.
Dün de yazarları ve yöneticileri evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınırken gazeteleri dört sayfa da olsa bayilerdeki yerini almıştı. Ne de olsa onlar “Ape Musa’nın çocukları”ydı. İnadına yaşayıp çoğalacaklardı.
Ataol Behramoğlu’nun dörtlüğünü Kızılırmak’ın albümünde seslendirirken ne diyordu Ape Musa:
“Ve cellat uyandı yatağında bir gece. Tanrım dedi, bu ne zor bilmece. Öldükçe çoğalıyor adamlar, ben tükenmekteyim öldürdükçe.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Son bir soru ve veda 13 Eylül 2018
Siyasal yangın 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları