Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Demir Kapı Kör Pencere / 10
‘Arama var herkes avluya’
Hapishanelerin alışılmış uygulamalarından biri de, “arama”dır. Koğuş kapıları birden hızla açılır... Gardiyanlar, askerler, içeri koşarak dalarlar, sert bir tonla emrederler.
- Arama var herkes avluda toplansın... Çabuk!.. Çabuk!.. Çabuk!..
Helaların kapıları bile içeride bulunanlara aldırmadan açılır, arama talimatı üzerine herkes toplanıp, aşağı iner, nesi var nesi yoksa bırakarak.
Karşıda askerler ve gardiyanlar, bir yanda mahpuslar sıra olunur avluda...
Emir gelir: Ceplerini boşalt ve çömel!
Bütün sinirler gergindir, ceplerini boşaltırsın, gelir teker teker bakarlar; sonra ayağa kaldırıp yine ararlar.
C- 16’da yine bu hışım gibi gelen aramalardan birindeyiz. Hepimiz yere çömelmiş ve ceplerimizde ne varsa çıkarmışız.
Birden gözüm cebimden çıkarıp önüme koyduklarıma ilişiyor, bir mendil, bir kalem, bir çakmak, bir cüzdan, bir küçük not defteri ve bir de.. evet ve ‘bir de plastik bir saç fırçası’.
Aramanın ciddiyeti bozuluyor
Kendimi tutamıyor, kel halimde cebimden çıkan saç fırçasına gülüyorum. Yanımdaki Haluk Tosun tuhaf tuhaf yüzüme bakıyor, gözümle saç fırçasını gösteriyorum, o da elini ağzına götürerek gülüyor, yanındakini dürtüyor, o da gülüyor, önce kıkırdamayla başlayan, sonra kahkahaya dönüşen gülme herkesi sarıyor.
Benim plastik saç fırçası aramanın bütün ciddiyetinin canına okuyor...
Görevliler bir şey söylemeseler de, aramanın ciddiyetini bozan bu işe sinirleniyorlar.
Neyse arama bitiyor, koğuşa dönüyoruz, bütün arama sonralarında olduğu gibi, her şey yerlerde darmadağın... Başucumda, Nadir Bey’in (Nadi) gönderdiği, kristal fanus içinde ters çevirdiğinde üstüne güya kar yağan bir Sacre Coeur Kilisesi şekli vardı. Aramada gitmiş.
Çok canım sıkılıyor, kendi kendime söyleniyorum.
- Müstahaksın, aramanın ciddiyetini bozarsan başına bu gelir!..
Emri hak değil, sevk emri
Bir cezaevinden başka yerlere sevkler de çok mihnetli olur. Biz, iki kere Sağmalcılar’a çok şükür ki İstanbul içinden sevk edildik de çok çekmedik, ama o kapalı hapishane aracı içinde, elleri kelepçeli olarak, hele oturacak yer de yoksa ki çoğu zaman olmaz, yol almak tam bir işkence. Alp Selek bu uzak mesafe sevkin sıkıntılarını çıktığımızda anlatmıştı.
Sevk de, sabah erkenden emri hak gibi gelir. Kapı açılır, sevki bildirirler, gidecek olan nesi var nesi yoksa (ki zaten nesi olabilir ki) torbaya doldurur, şöyle ayaküstü bir vedalaşır geride kalanlarla, sonra yola koyulur.
Bu yıl, Bursa’da Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin yemeğinde, Sağmalcılar’da birlikte kaldığımız tutuklu arkadaşların ikisiyle birlikte olduk. Sevke gidişlerini anımsattılar:
- Hatırlıyor musunuz, biz sevke giderken, sizler de erkenden kalkıp bize Allah ne verdiyse yolluk hazırlamıştınız.
- Erdal Atabek, “Sözüm Sanadır”da yazıyor bu olayı, dedim.
- Biliyor musunuz dedi arkadaşlardan biri, o kadar duygulandık ki, yolda ağladık ve yiyemedik onları...
- Hadi şerefe! dedim, kaldırdık kadehleri, afiyetle de yedik mezelerimizi...Bu kez de yargıca hakaretten mahkemeye
Barış Derneği iddianamesine karşı savunmamın altı çizilmiş; belli ki duruşma yargıcı Atilla Ülkü kızmış. Başımıza yeni dertler açılacağını anlıyorum. Tahliye olduktan sonra, bekliyor, ama mahkûmiyet ve yeniden içeri alınma üzerine olayı unutuyorum. Sonra bir gün haber veriyorlar. Mahkemeye hakaretten yargılanacağım.
Hapishaneden mahkemeye sevklerde kapalı hapishane arabası kullanılıyor. O gün mahkemeye veya hastaneye gidecek olanların hepsi merdiven altında kelepçelenip konuyorlar arabaya, yer bulanlar yan taraftaki tahta banklara oturuyor, bulamayanlar, düşmemek için omuzlarıyla orada burada destek arayarak, bir yerlere dayanmaya çalışarak, saatler boyu Boğaziçi vapuru gibi oradan oraya giden, herkesi sırası geldiğinde indiren arabanın içinde sarsılıp duruyorlar. Akşam koğuşa döndüğünüzde arkadaşlar çay yapıyorlar, eve dönmüş gibi seviniyorsunuz.
Nadir Bey ile İlhan Abi'den destek
Neyse biz Selimiye’ye duruşma için gittik. Baktım, Nadir Bey ile İlhan Abi gelmişler. Onların candan destekleri, mahkemeye gelerek, “bunlar sahipsiz” değil diye dünya âleme ilan etmeleri, bize çok destek oldu. Nadir Bey’in mektuplarından İlhan Abi’nin mesajlarından söz etmeye bilmem gerek var mı?
Gelmekle çok da iyi etmişler. Duruşma günümü ve saatini haber almış olan Atilla Ülkü birazdan oradan geçermiş gibi yapıyor, yanında bir arkadaşıyla karşıya oturuyor. Güya beni görmemiş gibi, ben de aynını yapıyorum, Nadir Bey ve İlhan Abi’ye bakıyorum. Yargıç beyin keyfi kaçıyor, gidiyor birazdan. Hapishane günlerimi kolay geçirmemde, başta Nadir Bey ile İlhan Abi ve Uğur Mumcu olmak üzere, Cumhuriyet’in ve de tabii karım Mine’nin sonsuz desteklerinin büyük katkıları oldu.
‘Bir şey söylemeye korkuyorum sayın yargıç'
Mübaşir adımı okuyor, dinleyicilerle birlikte giriyoruz içeri. İddia okunuyor yüzüme, askeri yargıç ne diyeceğimi soruyor. Kalkıp kısa konuşuyorum:
“Sayın Yargıç,
Burada size suçlu olmadığımı, savunmanın kutsal olduğunu, insanların savunmaları konusunda suçlanamamalarının hukukun temel kurallarından biri olduğunu söyleyerek kendimi savunabilir, sözlerimde suç unsuru bulunmadığını örnekleriyle açıklayabilirdim. Bunların hiçbirini yapmayacağım, çünkü bu yüzden bir daha suçlanmaktan korkuyorum.
Evet sayın yargıç, korkuyorum.
Şu anda Türkiye’de birçok kişi de benim gibi korkuyor. Benim onlardan tek farkım, ben hiç değilse yüzünüze karşı açıkça korktuğumu söyleyecek cesareti gösteriyorum.
Korktuğum için savunma da yapamıyorum...”
Neyse mahkeme beraatıma karar veriyor.
‘İki yıl sonra denizi görüyorum’
Muayeneye çağırıyorlar, jandarma eriyle gidiyoruz. Bakıyorlar, ilaç yazıyorlar, hoşbeş ediyorlar sonra da...
- Tamam ama sizi bir de hoca görecek diyorlar ve beni Uğur Derman’ın yanına yolluyorlar. Jandarma ile birlikte kapıyı çalıyoruz, içerden sert bir ses.
- Giiir!
Giriyoruz..
- Oo Ali Sirmen sen misin diye gayet sert soruyor ve oturtuyor Uğur Derman, sonra jandarmaya dönüyor:
- Sen çık dışarı! diyor, jandarma emir olduğunu, çıkamayacağını söylüyor.
Ben çok heyecanlıyım. Hem çocukluk arkadaşımı gördüğüme seviniyorum hem de odanın büyük yekpare camından dışarıya masmavi denize bakıyorum. Buraya girerken heyecandan yüreğim ağzıma geliyor, “denizi görünce acaba neler hissedeceğim” diye düşünüyordum.
‘Sanki dün görmüşüm gibi'
Deniz bende hiçbir olağanüstü duygu yaratmıyor, sanki son olarak daha dün görmüşüm gibi geliyor...
Bir iki resmi cümleden sonra Uğur hastalığımla ilgili bilgi alıyor, reçetelere bakıyor.
- Fena değil, ama bir de bizim özel ilaçtan alacaksın! Bunlar yetmez, diyor.
Gidip bir dolaptan, üzerinden etiketi sıyrılmış küçük cep viski şişelerinden birini uzatıyor.
- Yasak veremezsin diyor jandarma ve ekliyor:
- Komutanın emri var.
Uğur tersleniyor:
- Senin komutanın doktor mu? O ne bilir? Doktor olan benim, ne dersem o olur!
Sonra üzerine üzerine gidiyor erin:
- Telefonunu ver komutanının, şimdi arayıp konuşacağım.
Bunun üzerine er üstelemiyor. Gül Derman’ın hazırladığı vişneli votkayı atıyorum cebime, dönüşte hapishane aracı Boing 707 gibi geliyor bana, vişneli votkayı afiyetle yudumluyorum.
Heavy metal oluyoruz
Sağmalcılar’dan Barış Davası için Metris’teki duruşma salonuna gittiğimiz günlerden birinde, otobüse binmeden önce, merdiven altında, üstünde Atatürk maskının altına büyük harflerle “Yurtta Barış Dünyada Barış” yazılan duvarın önünde bermutat kelepçeleniyoruz. O sırada Orhan Apaydın da hastaneden gelmiş. Bu kez, normal kelepçelemeyle yetinmiyorlar, bir de ikişer ikişer sıralıyorlar, yanımızdaki ve arkamızdakilerle birbirimize sevk zinciri ile bağlıyorlar.
Bu şekilde arabaya binmek de güç oluyor. Metris’e geliyoruz, duruşma salonunun biraz uzağında iniyoruz. Sıra halinde yürümeye başlamadan Gencay Şaylan zincirin ucunun yerde süründüğünü görüyor, alıp boynuna doluyor.
- Heavy metal (O dönemin dünyaca ünlü rock gruplarından biri) olduk, yaşasın! diye gülüyoruz ve hep birlikte hayali bir müziğe ayak uydurarak yürümeye başlıyoruz...
Uzaktan haykırışlar, hıçkırıklar geliyor, gerçekten de, koca koca insanların hepsi bir ucu en sondakinin boynuna sarılmış şekilde zincire vurulmuş olarak, ortaçağın vahşi kalebentleri gibi sevk edilmeleri pek kötü bir görüntü.. fotoğraflar çekiliyor, New York Times’ın muhabiri oradaymış, görüntüyü bütün dünyaya ulaştırıyor, ertesi gün ya da bir gün sonra Oktay Ekşi Hürriyet’teki başyazısında bundan söz ediyor. Büyük tepki doğuyor, böylelikle bizim “Heavy metal”lik serüvenimiz de ancak bir gün sürüyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- MHP'de 3 milletvekilinin istifası istendi!
- 2'si ağır, 3 polis yaralandı!
- Uğur Dündar'ın 'babalık' davasında karar çıktı
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Storm Shadow füzesi Rusya'ya ateşlendi!
- Mauro Icardi'den Wanda Nara açıklaması!