Adnan Binyazar

Elif ile Ayda

06 Kasım 2020 Cuma

Depremden 65 saat sonra enkazın altından çıkarılan üç yaşındaki Elif, önce kurtarıcısı AFAD’lının parmağını tuttu. Hastane yatağında bebeğine bir şeyler söylerken, çevresindekilere el sallıyordu. Ekran başında olanları ağlatan, içinde hayat ışığını yakan onun minik elleriydi.

Zaman 90 saatten 91’e doğru yol alırken sıkıştığı yerden çıkarılan dört yaşındaki Ayda ise gözünü açınca kurtarıcısına gülümsedi. Sağlık kontrolünde köfte ekmekle ayran istedi.

Orada bulunanlar değil, ekran başındaki milyonlar da köfte-ekmek-ayran dağına çevirdi Ayda’nın hastane odasını...

Elif’le Ayda’nın canlı kurtarılmaları yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da sevinç yarattı. Almanya’nın 1’inci programı ARD, Elif’in parmağa tutunmasını, Ayda’nın gülümsemesini taşıdı ekrana.

Dayanışma ruhu

1999 Marmara depreminde olduğu gibi İzmir depremi de dayanışma ruhunun nasıl soylu bir duygu olduğunu yaşattı Türkiye’ye. AFAD’lılar bir hafta boyunca artık güçten kesilince bir köşeye yığılıp üç beş dakika uyudu. Uyumayı aklından bile geçirmeyen gazete-TV muhabirleri sevinç haberlerini bir an önce halka ulaştırmaya çalıştı. İnsanımız, özünü hep dar günlerde göstermiştir. Enkaz çevresinde toplaşan sıradan kadın, erkek bile orada özveri anıtına dönüşmüştü.

Belleğimde Kurtuluş Savaşımız canlandı, onları öyle görünce. Anladım ki aç susuz cepheden cepheye koşan askerimiz o büyük savaştan yenilmeden çıktığı gibi 21’inci yüzyılda, dışta ya da içte yurdumuza kötülük yapanların kökünü de kurutacaktır!

Bilimsel güç

Olayları TV’den izlerken, bir gün Türkiye’ye halkın egemen olacağına inandım. Yeter ki avuntuculardan değil, gücünü bilimden alsın. O zaman bir lokma ekmek için gece gündüz didinirken, refahından başka bir şey düşünmeyenin oyununu bozacaktır.

Bilimsel düşüncenin önemi şundan belli ki yerbilimciler son bir ay içinde, fay hatlarının ne durumda olduğunu gazetelerde, TV’lerde açıklayarak İzmir dolaylarında deprem olacağı yorumunda bulunmuşlardı. Başımızdan geçmeden, doğasal yıkıntıların milyonları etkileyeceğini bilmezden geliyoruz. Oysa 1939 yılında Erzincan’ı neredeyse insansızlaştırandan 1999 İstanbul depremine değin ülkemiz büyük yıkımlara uğramış, insanımız evini ocağını yitirmekle kalmamış, canından da olmuştur. Depremlerin ardından birtakım göstermelik önlemler alınsa da bir süre sonra hemen her düzeydeki insan, yazgı deyip işi oluruna bırakmıştır.

Deprem gerçeği

Deprem, insanı yıkıma sürükleyen bir doğa olayıdır. Oluşumu durdurulamazsa da Japonya örneğinde olduğu gibi etkisi en aza indirilebilir. Nitekim yerbilimciler İzmir depreminde sistemin, zeminin çürük olduğunu, bina yapımında beton değil, çamur gibi bir malzemenin kullandığını saptadılar. Ekranlarda da denendi bu, çekiç vurulan kolonlar toz yığınına dönüyordu. Binaların beş saniye içinde çöküşü bunun kanıtı değil mi? Tez çökmelere, bazı binaların altında kolonları kesilen dükkânların yol açtığını ileri sürenler de oldu. Bina çöküntülerinin de hep kötü malzeme kullanımından doğduğu açıklanmıştır.

İzmir depreminde 100’ü aşkın kişi ölmüş, 1100’ü aşkın kişi de yaralanmıştır. İçimden soruyorum: Bunca ölüm, yaralanma karşısında kötü malzeme kullanan yapımcıların vicdanı hiç mi sızlamıyor?

Aynı anda da William Shakespeare’in Atinalı Timon oyununda geçen sözleri sıralanıp duruyor belleğimde:

Sarı altın! Pırıl pırıl, halis altın! Şu kadarı bile yeter bunun, karayı aka, eğriyi doğruya, kötüyü iyiye, soysuzu soyluya, kocamışı gence, yüreksizi yiğide çevirmeye...”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları