Olaylar Ve Görüşler

Hukuk, yine hukuk!!!

11 Kasım 2019 Pazartesi

Prof. Dr. Yakup Kepenek

Cumhuriyetin temel kuruluş değerlerinin başında hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü gelir. 

Hukuk düzeninin bilindiği gibi,  üç ana ayağı var; savcı (iddia), savunma ve yargılama. Bugün ülkemizde bu üçlünün tümüne, yerinde deyimiyle, inme inmiştir. 

Hukuk düzeni, özellikle üst kurumlarına yapılan atamalarla, çok büyük ölçüde AKP iktidarının güdümündedir.Savunma hakkının  üst kurumu barolar da Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın kimi tutum ve davranışları sonucu  tartışmalı duruma gelmesi nedeniyle kurumsal etkinliğini yitirmiştir. 

Bu çok ağır hukuk olumsuzlukları,  bugün, Cumhuriyet hukukunun yerini şeriata ya da İslam hukukuna bırakması aşamasına geçilebileceği görüşlerinin, üstelik en etkili yerden, öne sürülmesine neden oluyor. 

Böyle olunca da hukuk, yine hukuk denilmesi gerekiyor.  

Cumhuriyetin hukuku eşitlikçidir 

Cumhuriyetin mayası çağdaş eşitlikçi hukuktur. Cumhuriyet hukuku, ulusal bağımsızlık, egemenliğin kaynağının gökten yere indirilerek kayıtsız, koşulsuz  milletin olması; bununla birlikte her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır ve yasaktır (1924 Anayasası, m. 69) denilmesinin altyapısı oluşturan yasal ve kurumsal düzenlemelerdir.

Cumhuriyetin hukukta eşitlik niteliğinin iki çok önemli boyutu var; Kadın-erkek eşitliği ve devletin ekonomik gücünü kullanırken eşitlikçi davranması. 

İkincisinden başlayalım. Cumhuriyetin hukuk anlayışında devlet, değişik kişi ve kurumlara eşit uzaklıktadır; kamu yönetiminde açıklık geçerlidir, devletin mal ve hizmet alımlarında, birilerinin yandaş sermayedar olarak korunup kullanılmasına asla yer yoktur. Adı yolsuzluğa karışan bakan da olsa, kesinlikle yargılanır ve cezalandırılır.

Günümüze gelelim. AKP’nin elindeki devlet, ekonomide de eşitlikten çok uzak bir tutum sergiliyor. Örneğin, bugünlerde TBMM’de görüşülen  2020 Bütçe Gerekçesine göre merkezi yönetim gelecek yıl 75 milyar 550 milyon liralık mal ve hizmet satın alacak, ayrıca toplam 64 milyar 85 milyon TL tutarında da yatırım yapacaktır. Kamu ihale sistemiyle ilgili yasal düzenlemelerde AKP tarafından yapılan köklü değişikliklerin bir sonucu olarak,  bu harcamaların yaklaşık yüzde 95’i yandaş sermayedarlara aktarılacaktır. Böylece sabah-akşam gerçekdışı haber ve yorumlarıyla bu toplumu baskılayan yandaş basın yayının beslenmesine  devam edilecektir.

İşsizliğe ve gelir dağılımı eşitsizliğine aşırı duyarsız olan AKP iktidarı, eşitlikten uzaklaşan tutumunu, bu kadarı da olmaz denilebilecek noktalara taşıyor: Bütçe’de öngörüldüğü gibi yaslaşırsa, 2020’de bir kısım emeklilerin emekli aylığına yüzde  dokuz zam yapılırken, emeklilerin çok büyük bir bölümünü oluşturan işçi ve memurların emekli aylığı  yalnızca yüzde 4-5 dolayında arttırılacaktır.

Eşitliğin kadın- erkek boyutuna gelince: Başta 6 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu –TMK olmak  üzere  Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde çıkarılan yasaların ana dayanağı evrensel insan hak ve özgürlüklerin,  aile, mülkiyet, miras, boşanma, tanıklık, resmi nikah alanlarında eşitlikçi  altyapısını oluşturmaktır.  

Oysa günümüz Türkiyesi’nde, çok büyük ölçüde hukuk düzeninin etkinlikten uzak olmasının bir sonucu olarak günde ortalama bir kadın öldürülüyor; çocuklara cinsel saldırı çok büyük boyutlara ulaşıyor; yine aynı nedenle kız çocuklarının evlendirilmesi olağanlaşıyor. Eşitsizliğin kaynağı olan dini nikah giderek daha fazla oranda resmi nikahın yerini alıyor. 

Bu ortamda istenen

Bu noktada söz, Başkan Erdoğan tarafından ödüllendirilen, bir kamu bankasının bağlı kuruluşlarında görevlendirilen, kendisi ve yakınları üniversitelerde üst düzey yönetici atanan kısaca, AKP iktidarının akıl hocası ya da ideoloğu olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın.

Karaman, Batı’ya ait demokrasinin İslam ile bağdaşmadığı görüşünü  özenle savunur. Örneğin, 3 Eylül 2015’te  Yeni Şafak’taki yazısında, İslamda halk egemenliğinin kaynağı Allah’ın  bahşettiği hilafettir (belli olanlara ait vekalet) ve Allah’a itaat şartına bağlıdır  diyordu.

Karaman,  25 Ekim 2019’de, Yeni Şafak’ta, Beklentilerde Ölçülü Olmak başlıklı yazısında Cumhuriyet çağdaşlaşmasını  ülkemizin üzerinden geçen dev bir silindir olarak nitelendirdikten sonra  şunları yazıyor.

Bundan önceki birçok iktidar döneminde İslâmî kesimin ayaklarında maddi ve manevi hareketlerini engelleyen bağlar, bukağılar, prangalar vardı. Bu iktidar bunları teker teker çözdü, şimdi iyi Müslümanlar olabilmek için maddi ve manevî neye ihtiyacımız var ise mevcuttur. İnsanların kendi aralarında anlaşarak -ceza alanı hariç- birçok alanda ve ilişkide şeriat kurallarını uygulamalarına da engel yoktur. Değişim için en önemli araç eğitim ve öğretim ise -ki, bence de öyledir- çocukların okul çağı öncesine ait okullardan üniversiteye kadar her kademede okul açmak, mevcut okullar içinden de amaca uygun olanlarını seçmek mümkündür” (vurgulama benim).  

Bugün, toplam 77 hukuk fakültesinden 17’sinin dekanının hukuk eğitimi almamış olması, eğitimin, neredeyse tümüyle cemaat ve vakıflara bırakılarak  dinselleştirilmesi; Diyanet İşleri Başkanlığının bu yöndeki girişimleri; Başkan Erdoğan’ın  dindar nesiller yetiştirilmesini  istemesi Karaman’ın önerilerinin ne kadar benimsendiğinin göstergelerinden yalnızca bazılarıdır.

Hakkını yemeyelim; Karaman tutarlıdır. On beş yıl önce şöyle yazmış: “Şeriat kelimesinin İslam literatüründe  iki manası var. Bir tanesi şeriat eşittir İslam’dır... Millet denilince de onu anlamamız gerekir. “Millet” de bizim terminolojide şeriat ve din manasınadır.. Din, millet şerait aynı manada kullanılır...Ben  şeriatı kabul etmiyorum demek...Ben Müslümanlığı kabul etmiyorum, ben küfrü seçiyorum ve kâfir olarak yaşamak istiyorum  demektir. (İslam’da İnsan Hakları, Din, Vicdan ve Düşünce Hürriyeti; İstanbul: Ensar Neşriyat, 2004; 2. Basım, s.230-231).

Ana soru şudur: AKP iktidarının gerçek niteliğini bu toplumdan saklayan, özellikle sözüm ona bilim insanları, siyasetçi, yazar ve yorumculara ne demeli? Günahkâr mı, sorumlu mu, suçlu mu? Ne dersiniz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları