Bir iki hafta önce, dizi sektörü ile ilgilenmediğim için adını duymadığım menajer Ayşe Barım’ın hakkındaki haberleri görünce çoğu kişi gibi ben de ilk anda ne olduğunu anlayamadım.

Önce dizi sektöründe tekel oluşturduğu öne sürülerek gözaltına alındı, ardından vergi ile ilgili iddialar medyada yer aldı, en sonunda da soruşturma ünlü oyuncuları yönlendirdiği iddiasıyla Gezi Parkı Direnişi’ne bağlandı.

Barım, ajansına bağlı oyuncuların 2021’deki orman yangınları ve deprem felaketlerinden sonra sosyal medyada #HelpTurkey etiketiyle yayılan kampanyaya eşzamanlı katıldıkları ve Gezi Parkı olaylarında rolü olduğu iddia edilerek “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçundan tutuklandı!

Hal böyle olunca insanın aklına Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın kısa bir süre önce yaşanan tutuklanma süreci geliyor. Özdağ, önce cumhurbaşkanına hakaret suçu işlediği iddiasıyla gözaltına alındı, gözaltı sırasında sosyal medyada Suriyelilerle ilgili eski paylaşımları incelendi, kimi yorumları çarpıtılarak en sonunda cumhurbaşkanına hakaret suçundan serbest kaldığı açıklanıp “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasından tutuklandı.

‘ETKİ AJANLIĞI’ FİİLEN DEVREDE!

Her iki olayda da gözaltına almaya neden oluşturan suçlamadan bir yere varılamayınca, önceki sosyal medya paylaşımlarından suç yaratıldı. Bu gözaltı ve tutuklama silsilesinin, Kartalkaya’daki faciada Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğu olduğu gerçeğini gölgeleme ve gündemi iktidarın çıkarları doğrultusunda yönlendirme çabasının bir sonucu olduğu açık.

Barım’ın tutuklanma istemli sevk yazısında, yasada bulunmayan “etki ajanlığı” suçlamasının da yer alması, ayrı bir hukuksuzluktur. Demek ki henüz yasalaşmayan düzenlemeler de uygulamada kullanılabiliyor!

Üstelik Barım tutuklanırken Gezi Parkı olayları yeniden bir darbe girişimi olarak gösterilerek Türkiye’nin tarihindeki en onurlu halk protestosunun adı kirletilmek istendi.

Barım’ın menajerliğini üstlendiği bazı ünlü oyuncuların da ifadeye çağrıldığı ve onlara da Gezi protestolarına katıldıkları gerekçesiyle suçlamalar yöneltildiği düşünülürse, siyasi mühendislik peşinde koşanların bir kumpas türetmeye çalıştığı açıktır.

‘TERÖRİST’ İLAN EDİLEN MİLYONLARCA YURTSEVER

2021’de Taksim Camisi’nin açılışında konuşan Erdoğan, Gezi Parkı eylemlerinden söz ederken, “Gezi olayları, o teröristlerin karşımıza dikildiği an” diyerek bu direnişe katılan milyonlarca insanı “terörist” ilan etmişti.

Olayların başlayışını unutmayalım. Direnişi, AKP iktidarının Gezi Parkı’nı yerle bir edip AVM ve Topçu Kışlası yapmaktaki ısrarına tepki olarak bir grup çevreci başlattı. Protesto, zabıtanın içinde insanların olduğu çadırları sabahın beşinde yakması ve coplarla, biber gazıyla, TOMA’larla müdahale etmesi sonrasında, yaşam tarzına yönelik tehditleri de reddeden kitlesel bir eyleme dönüştü.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 26. maddesi açıktır: “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”

Gezi Parkı’nda eylem yapanlar, anayasadan kaynaklanan haklarını kullanmıştır. Bu hakkı kullananlara şiddet uygulanması ve on iki yıl sonra tekrar soruşturmaya konu olup tutuklanmaları...

Ve 2013’te Gezi protestolarına destek veren Devlet Bahçeli’nin bugünkü “Yüreğiniz yetiyorsa yine sokağa çıkın görelim. Ateşle oynama merakınız nüksettiyse de boyunuzun ölçüsünü alalım” tehdidi, açıkça anayasayı çiğnemektir!

Anayasa değişti ya da kaldırıldı mı ki bu tehdit TBMM kürsüsünden savruluyor!