Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

İlk Meclis’ten bugüne gerici karşıdevrim

12 Mayıs 2019 Pazar

Bu ülkede dürüst bir seçim yapılabileceğine uzun zamandır inanmıyorum. Ama yine de oy vermek için her defasında sandığa gidiyorum; hatta gönüllü sandık görevlisi de oluyorum. Çünkü demokrasi mücadelesinin sadece eleştirmekle ve bireysel protestoyla bir yere varmayacağını biliyorum.
YSK’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptali, tam bir hukuk skandalı. Hukuk Fakültelerinde öğrencileri eğiten profesörler, günlerdir sosyal medyada öğrencilerine şöyle sesleniyor: İstanbul’daki seçim tartışmaları size sınavda soru olarak gelseydi ve siz de YSK’nin kararını savunsaydınız kesin olarak sınıfta kalırdınız!
Bağımsız olması beklenen bir kurulda görev yapan yüksek yargıçların bu hale düşmesi, sistemin ne kadar laçkalaştığının son kanıtı. Bir zamanlar gazeteciliği gazetecilerin öldürdüğü gibi, hukuku da hukukçular katletti!

Zorlu 42 gün
Bir arkadaşım sordu: “Ne cesaretle seçimi yeniden yapıyorlar anlamak mümkün değil. Ekonomi bu haldeyken nasıl oy alacaklar?
Almasalar da almış gibi yapmıyorlar mı?” diye karşılık verdim.
Peki böyle bir ülkede yeniden seçim yapıldığı için umutlanmalı mı?
Umudun olmadığı yerde mücadele de olmaz. Ülkeyi siyasal İslamın faşizan baskısından kurtarmak için seçim sandıklarına sonuna kadar sahip çıkacağız.
23 Haziran’a 42 gün var. Bu süreyi en iyi şekilde değerlendirip Ekrem İmamoğlu’nun yanında yer almak hayatidir.
İmamoğlu’nun karşısında aday olarak yine Binali Yıldırım görünse de, bu seçim doğrudan tek adam yönetimine yönelik bir oylamadır. İmamoğlu, gerçekten de sadece 16 milyon İstanbullu’nun değil, demokrasi özlemi çeken tüm vatandaşların temsilcisidir.

Türkiye’nin kuruluşundan beri var olan ayrışma
İlk Meclis’teki Birinci Grup - İkinci Grup olayından günümüze kadar gelen ayrışma artık daha net.
Birinci grup; demokrasi ve laik Cumhuriyet’ten yana, herkes için adalet isteyen, hukukun siyasallaşmasına ve siyasal İslamın dayattığı baskıcı sisteme karşı bir kesim.
İkinci grup ise, siyasal İslamın biat kültürünü egemen kılmak isteyen ve bunu gerçekleştirmek için ülkenin tüm kaynaklarını sömürüp hukuku siyasallaştıran gerici kesim.
Ancak bir hususu vurgulamak gerek.
Siyasal İslam, Müslümanlık demek değildir. Dini siyaset için istismar eden siyasal İslamı onaylamayan inançlı vatandaşlar var. Birilerinin çarpıttığının tersine, laikliğin dinsizlik anlamına gelmediğinin bilincindeler. Laiklik olmadan din ve vicdan hürriyetinin de olamayacağının, demokrasi için laikliğin önkoşul olduğunun farkındalar. Onlar da elbette birinci grupta.

Siyasal İslam kuşatması
2012‘de Lübnan’da yayımlanan El Akhbar gazetesindeki makalesi nedeniyle Ece Temelkuran’ı eleştirmiştim. Çünkü “Ben hâlâ gerçek sorunun, toplumun İslamileştirilmesi ya da yükselen muhafazakârlaşma değil, ülke doğasının ‘Dubaileştirilmesi’, dolayısıyla alışveriş merkezleri olduğunu düşünüyorum,” diyordu...
7 yıl önce buna yanıt verdiğim yazıda şu satırları yazmıştım: Ülkenin siyasal İslam tarafından kuşatılması, hukuku geri plana iten, otoriter bir yönetim doğurdu. Dubaileştirme, rant peşinde gözü dönen kapitalist açgözlülüğün sonucu. İkisi de Türkiye’nin temel sorunu.
AKP’nin İstanbul’daki devasa rantı bırakmak istemediği açık. Bunun nedeni, AKP içindeki birileri için belli ki maddi çıkarlar, ama kanımca en tepedekiler için asıl neden “2023” ile simgeleştirilen hedef. Ben bugün gelinen noktada AKP ve iktidar çevresinde kimsenin Saray’dan bağımsız hareket ettiğini de düşünmüyorum.
23 Haziran’daki seçim, İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi değil, siyasal İslamın Türkiye’deki ajandasının oylanmasıdır. Gelecek 42 gün hiç de kolay değil. Gerçekçi olalım ama yılmayalım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları