Sabancı Müzesi’nde Anish Kapoor Sergisi

11 Ekim 2013 Cuma

Sonsuzluğa yolculuk

Ancak yeni gidebildim... Çarpıldım. Şaşırdım.
Gözlerime inanamadım. Duygularıma
inanamadım. Kendime sorduğum sorulara
inanamadım. Saatler geçirdim her eserin
karşısında. Katalogdaki Norman Rosenthal
ve Ahu Antmen
imzalı iki mükemmel
yazıyı içime sindire sindire okudum.
Ertesi gün yeniden gittim. Yeniden o
eserlerin karşısında dikildim. Yeniden baktım
ve gördüm, yeniden fark ettim, yeniden
kavradım, yeniden sordum, sorguladım!
Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Anish Kapoor
Sergisi’nden söz ediyorum.

Taşın belleği var!

Büyük, dev eserler! Ama üzerinizde müthiş
etki yaratan boyutlar değil... Mermer,
granit, kaymaktaşı, oniks, dev çakıl taşları,
alüminyum, ayna, pigment... Her birinin
sırları, gizleri olduğunu baktıkça kavrıyorsunuz.
Her birinin tarihi olduğunu, farklı
bir hayatı olduğunu... Malzemenin gizini
çözmeye çalışırken damarlarını, katmanlarını
fark ediyorsunuz... Tamam işte diyorsunuz,
bu taşın belleği var!
Ağırlık ve hafiflik silinmeye başlıyor. Karşınızda
bilmem kaç ton, kuştüyüne dönüşüyor...
Kuştüyü ya da sünger sandığın hafiflik
de meğer kayaymış. Işığın kayayı delmesine
şaşmaz oluyorsunuz...
Dokunma, okşama isteği vermesinin dışında
yarattığı illüzyon çarpıcı. Gördüğünüzün
gördüğünüz şey olmadığı duygusunu size her
an yaşatıyor. Yanılsama öylesine müthiş! O
zaman sadece gördüğünüzü değil, kendinizi
de sorgulamaya başlamanız kaçınılmaz!

Renklerin de belleği var!

Kırmızı, sarı, fosforlu mavi... Renklere
daldıkça yoğunlaşan derinlik duygusu... O
derinliğin içine uzanmak, o karanlığa girmek,
renklerin ortasındaki o karanlığa girip
kaybolmak duygusuyla yanıp tutuşuyor
insan! Tamam diyorsunuz, renklerin
de belleği var... Renklerin derinliğe ve karanlığa;
karanlığın renge dönüşmesine şaşmaz
oluyorsunuz...
Oyuklar, çıkıntılar, içbükey, dışbükey,
dikey ve yatay formlara baktıkça yoğunlaşan
sonsuzluk duygusu size egemen oluyor.
Bir de şiirsellik...
Malzemenin ve renklerin belleğini, o belleğin
katmanlarını, gizlerini, sırlarını çözmeye
çalışırken geçmişle gelecek arasında
bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Aynı zamanda
yerel ve evrensel arasında, coğrafyada... Arkeolojik
kazı
gibi. Ve başlıyorsunuz zamanı

ve zaman dışılığı sorgulamaya...

Ferit Edgü diyor ki...

İşte Anish Kapoor eserleri karşısında
kendi içimde ve dışımda çıktığım bu yolculukta
ve sorgulamada, duygularıma, coşkuma
değilse de düşüncelerime çekidüzen
vermek gereğini duydum ve Ferit Edgü’ye
başvurdum:
Bu sergiyle ilgili bana üç cümle söylemeni
istesem ne söylerdin?
Bir an için duraksadı ve şöyle dedi:
“Anish Kapoor soyut sanatla figüratif
sanat arasındaki bugüne değin süregelen
o saçma sınırı sonsuza dek yok ediyor.
Eline aldığı, biçim verdiği, başta
mermer, tüm malzemeleri, eğer deyim
yerindeyse, insancıllaştırıyor. Taşa dokunduğunda
ışık oluyor, mermeri yonttuğunda
da insan.”

Teşekkürler Ferit Edgü. Bu açıklama, şu
ana dek sergiye ilişkin söylemediğim nice
özelliği de vurguluyor.

Muhteşem sergileme

Çok azla, çok şey söylemenin yolunu
bulmuş bir sanatçı Anish Kapoor. Adam
bir büyücü! Gökyüzünü yere indirebiliyor.
Yarılmalarla, toprağın derinliklerine, mezara
ya da ana rahmine iniyor.
Belirtmeden geçmeyeyim: Her ne kadar
hiçbir şey, hiçbir şeyi simgelemiyor dese
de, insan bedeni, erotizm, eril ve dişil güçler
her an varlığını hissettiriyor.
Geriye kaldı, muhteşem sergileme!
Günümüzde “yaşayan en önemli sanatçı”
diye de anılıyor Anish Kapoor. (59
yaşında. Mumbai doğumlu. 70’lerden beri
İngiltere’de yaşıyor.)

Böyle bir serginin Türkiye’de düzenlenebileceğini
hayal bile edemezdim. Ön
hazırlıklar üzerine çok yazıldığı için tekrarlamayacağım.
Sonuçta, mekân yeniden
yaratılmış.
Akbank’ın 65. yıldönümüne borçlu olduğumuz
bu eşsiz sergi için Suzan Sabancı
Dinçer’e, Nazan Ölçer’e, sergi küratörü
Norman Rosenthal’e ve emeği geçen
herkese sonsuz teşekkürler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dans hayattır 2 Mayıs 2024
Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları