Zeynep Miraç

'O ses Türkiye' değil artık!

03 Nisan 2016 Pazar

Tarihi bir dava başlıyor. Reza Zarrab, dolandırıcılık ve kara para aklama suçlamalarıyla ABD’de yargılanacak. Biz de binlerce kilometre ötede adaletin tecellisini bekleyeceğiz. Zarrab yargılanırken, eşi Ebru Gündeş de yanında olacak.

Eğer Ebru Gündeş sadece ‘hayırsever bir işadamı’nın şarkıcı eşi sıfatını taşısaydı bu portre yazılmayacaktı. Eğer birkaç yıl önce gençler arasında yapılan araştırmada onun idoller arasında seçildiğini görmeseydim ve eğer Ebru Gündeş bu ülkedeki çürümüş ‘değerler manzumesi’nin bir temsilcisi olmasaydı yine yazılmayacaktı.

Gelin görün ki namusu iki bacak arasında arayan, kılıfına uydurulmuş dolandırıcılıkların ahlak sınırlarında gezdiğine inanan, ‘bal tutup parmağını yalamayı’ atalarından miras edinmiş bir toplumun halkalarından biri Ebru Gündeş.

Erkek çocuğu olursa ona “Sanatçıydım ama düzgünlerin arasındaydım” diyebilmek için mayolu poz vermeyen; ama adı türlü suçla anılan biriyle çocuk yetiştirmekten imtina etmeyen... Rüşveti çıplak kalçadan daha temiz gören bir simge.

 

Yalanlarla başladı

Fatih’te 1974’te başlayan zor bir hayat onunki. Kızı henüz bebekken evi terk eden bir baba... Anne, anneanne ve ağabey ile hayata tutunma çabası... 7. sınıftayken terk edilen okulun ardından bodrum kattaki konfeksiyon atölyelerinde dökülen terler.

Çabanın büyük, hayallerin ufak, kayıpların unutulmaz olduğu günler. Eski bir bayram anısı sorulduğunda anlattığı hikâye o günlerden:

“14 yaşındaydım. Hayatım, kot pantolona endeksliydi. Arife günü anneme yalvararak mahallemizdeki dükkânın vitrininde gördüğüm kot pantolonu istedim. Annem durumumuz müsait olmadığı için alamayacağını söyledi. Asi bir çocuk olarak o bayramı hem kendime hem anneme zehir etmiştim. Herhalde en çok ağladığım bayram günüydü. Şimdilerde soruyorlar bana, ‘Niye bu kadar çok kot pantolon alıyorsun’ diye. Nedeni o bayram günü olsa gerek”.

Belçika’da yaşayan bir Türk’le evlendiğinde henüz 16’sındaydı, boşanıp Türkiye’ye döndüğünde 17. Bu kez deri fabrikasında çalışmaya başladı. 1991 yılında bir tanıdığı aracılığıyla Raks Müzik’in kapısından girdi, giriş o giriş... “Ben Tanrı misafiriyim evsiz bir garibim” derken bir gecede tanındı. Bu ufak tefek kızdan çıkan heybetli ses herkesi etkilemişti.

Sonra “Fırtınalar”, sonra “Sen Allahın Bir Lütfusun”... Adını şarkılardan alan diziler, ödüller, art arda “en iyi” seçilmeler...

Kendisine yeni bir gelecek aradığı bugünlerde yeni bir geçmiş inşa etmeyi de ihmal etmedi. Babasının bir trafik kazasında öldüğünü söyledi gazetecilere, hatta bir mezarın başına gidip “Babam burada yatıyor” diye poz verdi. Çıkan haberin başlığında babasına sesleniyordu: “Bak babacığım kızın artık ünlü”. Oysa babası görüyordu kızının ünlü olduğunu, çünkü hayattaydı. Bakırköy’de bir eskici dükkanı vardı, kızı ile görüşmüyordu. Ebru Gündeş yalanlarla başlattığı hikâyesinin başka yalanlarla süreceğini bilmiyordu henüz.

İnşa ettiği yeni kişiliği ‘delikanlı’ydı, dobraydı, kadınlığını öne çıkarmıyor, sürekli “Bana kimse yaklaşamaz” sinyalleri veriyordu. “İnsanlardan korkuyorum” demişti, “Hep kazık atacaklar gibi geliyor”. Hep tetikteydi o yüzden. Yay gibi gerilmiş kaşları ve menekşeye çalan lensleriyle ters ters bakıyordu.

 

‘Birini mi incittim?’

1999 yılında yeni albümünü tanıtmak üzere stüdyoda bir basın toplantısı düzenlemişti. Kameralar kayıttaydı, gülümsüyordu, bir anda yüzü asıldı, gözleri devrildi ve yere düştü. 25 yaşındaki Ebru Gündeş, beyin anevrizması geçirmişti. Zor bir ameliyatla hayata ve sahneye döndü.

2001 yılında Milliyet Pazar ekinde Ahmet Tulgar’a verdiği söyleşide beynindeki damarın nasıl patladığını anlattı:

“17 yaşında varoştan çıktım, bir gecede şöhret oldum. Benim gibi yetenekleriyle mantar gibi biten gerçek sanatçılar bir gün koparılmaktan hep korkarlar. Sonra da ya kumarbaz olurlar ya esrarkeş olurlar ya da beyin kanaması geçirirler”.

Hastalıkla birlikte kendini sorgulamaya başlamıştı, “Birini mi incittim, ne yaptım?” diye soruyor, cevabı yine kendisi veriyordu: “Bu camianın içinde insan birilerini incitiyor, acıtıyor. Bu iş bize kendimizi günahkâr hissettiriyor”. Günahların içine suçların karışmasına henüz vardı.

Ebru Gündeş ilk günden beri cebinde bir savunma mekanizması taşıyor. Israrla ‘öyle’ şarkıcılardan olmadığını, tek gücünün sesi olduğunu söyleyip duruyor. Yaşadığı ilişkilerde de hep hesap defterini gösterme ihtiyacı hissediyor. Bundan 15 yıl önce Milliyet’te Ali Eyüboğlu ile yaptığı söyleşide “Ne para yerim, ne de yediririm” diyordu, “Mücevherlerimin hepsi, alın terimin ürünü. Çoğunu, Gilan’dan taksitle alıyorum. Fiziğimle, sansasyonlarımla değil, sesimle Ebru Gündeş oldum. Tek bir kare mayolu fotoğrafım yok. Hiç paralı ilişkim yok. İnsanlar beni taş gibi sesimle sevdi”.

 

Taksitle mücevher

İkinci evliliğini avukat Ömer Durak ile yaptı, bu evlilik de ilki gibi bir yıldan kısa sürdü. Bir yandan güç gösterisinde bulunuyor öte yandan gücünü teslim edeceği birini arıyordu. Onu etkilemek “her babayiğidin harcı değildi”, “bir kere adamlığını ispat edecek”ti. İşinin erkekleştirdiği Ebru Gündeş’e, “Otur bakayım sen şuraya” diyecekti ki o da kadınlığını hissetsin. (Tırnak içindeki ifadeler kendisine ait). O da karşılığını vermeye hazırdı. “Sahneye çıkma” önerisine açık değildi ama “Dekolten biraz daha az olabilir mi, yırtmacın daha kapalı olur mu”yu kabul edebilirdi. Ne de olsa bu uyarılar Doğulu toplumlarda sevdanın şanındandı.

Ahmet Tulgar yekten sormuştu: “Assolistlere hep emniyetçiler, mafya üyeleri asılır. Bundan kaçınabildiniz mi?”

Gündeş’in cevabı türlü analize muhtaçtı: “Ben teröristim, ben teröristken bana şiddet uygulanması mümkün mü?”.

Aradığı babayiğidi 2010 yılında buldu: Adı henüz Rıza Sarraf’laşmamış; Gündeş’e, İbrahim Tatlıses’e, Sibel Can’a şarkılar yazan Reza Zarrab. Azeri kökenli İran vatandaşı, 1984 doğumlu, işadamı, bir başka şarkıcının, Günel’in eski sevgilisi... Bilgiler bu kadardı.

 

Gerçeküstü bir söyleşi

O dönemde Zarrab ile yapılmış söyleşi ararken karşıma Turuncutime.com sitesinden Tunç Erden Yakar’ın yazısı çıktı. İçine kuaförlerin, müfteri elemanların girip çıktığı epey gerçeküstü bu söyleşi; üç kişilik bir aşk hikâyesini didiklerken bugüne dair inanılmaz ipuçları taşıyor.

Yakar, Reza Zarrab’ın ofisini anlatarak başlıyor işe. Odasındaki her görüşmenin ses ve video olarak kaydedildiğini söylüyor mesela. Ve birden zihnimde bir soru uyanıyor: “O görüntülerde kimler var ve o kayıtlar şimdi nerede?”

Yakar o güne kadar Zarrab’ın Azeri petrol kralı olduğunun yazılıp çizildiğini, oysa işinin gemi inşaatı olduğunu yazıyor. Yine bende bir soru: Kimin gemilerini inşa ediyor?

Devam edelim. Reza Zarrab, hikâyenin üçüncü kahramanı şarkıcı Günel’e son sekiz yılda “alnının teriyle kazandığı” milyonlarca dolar masraf ettiğini söylüyor. Basit bir hesap yapıyorum. 1984 doğumlu Zarrab söyleşinin yapıldığı sırada 26 yaşında. Sekiz yıl geriye saralım, 18. İşte yine bir soru: Bu yaşta bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Suyun kaynağı her neredeyse ‘çağladıkça çağladı’, Reza Zarrab, Ebru Gündeş’e aldığı milyonlarca dolarlık - klişe ama gerçek - yat, kat ve atla konuşulup durdu. “Benim eşimin imkânlarına sahip yüzlerce işadamı, aile var” diyordu Gündeş; “Reza’nın şanssızlığı benimle evli olması. O da bunu anlamıyor zaten. Yaptığı her işin, aldığı her şeyin hediye adıyla lanse edilmesi tabii ki rahatsız ediyor bizi”. Tam yapılan haberlerle “Reza bana Mars’ı da alacak” diye dalga geçiyordu, bırakın Mars’ı dünya onlara dar geldi.

 

Çocuklar incinmesin

17 Aralık 2013 sabahı bir uyandık ki, Zarrab’ın ‘hediye’lere boğduğu tek kişi Ebru Gündeş değilmiş. 2010 yılında evlendiği, çocuğunun babası Rıza Sarraf evliliklerinin üçüncü yılında rüşvetten kara para aklamaya uzanan bir dizi iddiayla tutuklandı. Böylece Gündeş de ateşe çekilen pervaneler gibi suçluya koşan yıldızlar listesine eklendi. Teknik takiple Ebru Gündeş aldatıldığını, Reza Zarrab da karısının kardeşiyle bir olup onu dolandırdığını öğrendi. Ödeştiler mi bilemeyiz.

O sırada Gündeş O Ses Türkiye programının jüri üyesiydi. Canlı yayında gözyaşları içerisinde şu konuşmayı yaptı:

“Reza benim çocuğumun babası ve benim de kocam. Biz çok severek evlendik. Biz bir söz verdik iyi ve kötü günde birlikte olacağımız için. Biliyorum ki her gecenin bir sabahı var. Biliyorum ki bunun da bir sabahı var. Hayatta her şey hiç kimse unutmasın ki insan için. Allahım inşallah bu karanlık günler çok çabuk geçer; çünkü çocuğumun incinmesini istemiyorum”.

O ‘karanlık günler’in Türkiye’deki bölümü kısa sürdü, Zarrab 70 gün sonra serbest kaldı. Ebru Gündeş de hayatına ve işine kaldığı yerden devam etti. Sahneye de çıktı, programa da... Ona hesap sormaya yeltenenlere artık yeni bir kalkanı vardı: “Çocuğum incinmesin.”

Ebru Gündeş ne kadar kavrar bilmem ama; adalet ve ahlak anlayışı zedelenmemiş kaç kişi kaldıysa geride, onlar da çocuklar incinmesin diye veriyorlar mücadelelerini.

Yalnızca kendi çocukları değil başkalarının çocukları da incinmesin diye.

Anneler de mayo giymemekle değil, başkasının hakkını yememekle övünsünler diye...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları