Sungu Çapan

‘Fazla zekâ insanı bozar’

15 Ağustos 2014 Cuma

>Popüler bilimin insan beyninin ancak yüzde 10’unu kullanıyor tezi üstüne kolları sıvayan Besson, aşırı dozda klişelere teslim olmuş, daha çok gişeye yönelik bir fantastik masal kotarmış yine.  

Tayland’da eğitimini sürdürürken erkek arkadaşının önerisi üzerine cerrahi operasyonla göbeğine yerleştirilmiş, Avrupa’da pazarlanacak çok güçlü bir sentetik maddeyle zoraki uyuşturucu kuryeliği yapan ancak teslimat sırasında Kore mafyasından, kötünün kötüsü bir suç çetesinin eline düşen Amerikalı öğrenci Lucy’nin (Scarlett Johansson) inanılmaz mücadelesini, bilimkurguyla karışık bol kepçe aksiyon ağırlıklı bir tempoda perdeye taşıyan “Lucy”, 1985’te “Metro”yla tanıdığımız, işini bilir Fransız yönetmen senarist yapımcı Luc Besson’un seyrettiğimiz son numarası.
Karnındaki Bonzaiden bin beter sentetik uyuşturucunun kanına karışmasıyla beyninin çalışma kapasitesi gitgide artarak insanüstü güç ve yeteneklere sahip, karşı konulmaz bir süper kadın kahramana dönüşen Lucy’imiz, beyin araştırmalarına dair konferanslar veren, Paris’teki profesör Norman’a (Morgan Freeman yine her zamanki gibi sakin, olgun ve bilge bir bilim adamını oynuyor bir kez daha) yardımı için başvurarak çeteyle savaşımını sürdürecektir.
Popüler bilimin İnsan beyninin ancak yüzde 10’unu kullanıyor tezi üstüne kolları sıvayıp senaryoyu yazan Besson, Lucy’nin yaşadıklarıyla profesör Norman’ın dile getirdikleri üzerinden paralel akan bir yapıda kurup geliştirdiği bu son filminde, kısaca fazla zekâ insanı bozar diye özetlenebilecek bir tavrı benimseyip her zamanki gibi mantığı, inandırıcılığı pek de umursamaksızın aşırı dozda klişelere teslim olmuş, çatışma, kovalamaca, aksiyon sahneleri çok bildik türden, yer yer heyecanlı ve sürükleyici ama biter bitmez unutuluveren cinsten, daha çok gişeye yönelik bir fantastik masal kotarmış yine.
İlk kez belgesel ağırlıklı deniz güzellemesi “Le Grand Bleu-Derinlik Sarhoşluğu”na (1988) şapka çıkardığımız, kara film türüne şiddetin dalağını yararak yeni bir soluk kazandırıp Jean Reno’yu da üne kavuşturan “Leon”una (1995) selam durduğumuz, oyuncusuz ve diyalogsuz “Atlantis”in ise (1991) göremediğimiz, 1959 doğumlu Besson’un hep ticari başarıyı hedefleyen filmleri genelde, temposu tıkırında bir görsel şölene dönüşen, alt metinlere de sırt çeviren, düz anlatımı, oyuncu yönetimi, çeşitli buluşları ve iyi teknisyenliğiyle parıldarken senaryo yazımındaki kusurları, inandırıcılığı, sahici olmayı pek de iplemeyişi, dolayısıyla çoğu kez sığlıktan kurtulamayışı, baştan çıkarıcı ama klişe kadın karakterlerde ısrar edişi, dramatik yapıyı oluştururken kimi zaman kolaycılığa kaçması, belli şablonlardan vazgeçememesi ve konuyu yüzeyselliğe boğması gibi olumsuz özellikler de barındırır.
Şu ağustos sıcağında klimalı salonların serin çekiciliğine kapılarak tüketilecek cinsten, albenisi bol ama içi boş bir yaz eğlenceliği niyetine çekilebilecek “Lucy”de, yönetmenin eski gözdesi Milla Jovovich’den bayrağı devralmış, yıllar önce “İnci Küpeli Kız” olarak hayatımıza girmiş, çıtı pıtı sarışın Scarlett Johansson doğrusu oldukça çabalamış, beyninin gücü arttıkça çok zeki biri olacağına, kötülere karşı her aklından geçirdiğini gerçekleştiren bir süper kahraman rolünde ama onun çabaları da, didaktik olmaktan kurtulamayan birtakım öğretici evrim görüntüleri ve bilimsel- felsefi anekdotlarla bezeli bu mekanik bilimkurgusal aksiyon eğlenceliğini kurtarmaya yetmemiş sonuçta.
Kısacası beni (ve benim gibileri) pek tatmin etmese de, yarın sona erecek olan Locarno Festivali’ne açılış filmi olarak seçilmiş, hızlı, hareketli kamerası, akıcı montajı, özel efektleri ve Scarlett’lı, M. Freeman’lı, çete reisini canlandıran Koreli Choi Min Sik’li oyuncu kadrosunun da üstüne düşeni yaptığı söylenebilecek, Luc Besson imzalı bu “Lucy” böylesi aksiyon yapımlarından hoşlanan seyirciyi oyalayıp eğleyebilir 1,5 saatliğine.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları