Öztin Akgüç

Süreğenleşen, derinleşen ekonomik bunalım

03 Kasım 2021 Çarşamba

Bir konu, olay tartışılırken, irdelenirken, öncelikle nedenlerinin belirtilmesi, çözüm önerilerinin savunulması, geleceğe dönük öngörülerde bulunulması, ardından fiili gelişmenin, sonucun öngörüyle uyumunun araştırılması gerekir. Ancak bu şekilde çözüme ulaşılabilir, önerilerin, öngörülerin geçerliliği kanıtlanabilir.

Bir ekonomik bunalımdan çıkarken ekonomide başarılı sonuçlar alınıyormuş gibi görünürken, olası bunalımın temeli de atılmış olabilir. Ekonomide başarı görüntüsü, arızi, geçici, olağandışı nedenlerden kaynaklanıyorsa koşullar değiştiğinde süreç ters yöne döner.

Ekonomik bunalım tartışılırken, çözüm aranırken, günümüzün iç ve dış ekonomik koşullarının, AKP’nin iktidara geldiği yıldan çok farklı olduğu dikkate alınmalıdır.

Dünya ekonomisi, 2000’li yılların başlarından 2007 yılı ortalarına değin, belki de daha önce hiç yaşanmamış ölçüde refah, gönenç dönemi yaşamış; hızlı büyüme, fiyat ve finansal istikrar, istihdam artışı, dış ticaret hacminde genişleme yatırımların artışıyla birlikte gerçekleşmiştir.

Ülkemiz de dünya ekonomisindeki bu gelişmeden yararlanmış, dış borçlanma, sıcak para, yabancı sermaye yatırımı olarak ekonomiye dış kaynak girişi olmuştur. Dış kaynak girişi, düşük faizle kur istikrarına, banka kredilerinde hızlı genişlemeye, ithalat artışına, oluşan cari işlemler açığının finansmanına olanak vermiştir. Artan dış borç, büyüyen cari işlemler açıkları sorun olarak görülmemiş, “finanse edildiği sürece cari işlemler açığı sorun olmaz” gibi ekonomi yazınında yeri olmayan söylemle geçiştirilmiştir. İthalat artışı, bir yandan enflasyonun düşük düzeyde sürmesine olanak verirken; vergi gelirleri içinde önemli paya sahip dış ticaretten alınan vergilerde artış da bütçe açıklarının sınırlı düzeyde kalmasını sağlamış, mali istikrar oluştuğu izlenimi yaratılmıştır.

Ucuzlayan ithal girdisiyle yerli üretim ikamesi, sanayinin montaj sanayiine dönüşmesi, aramalı üreten endüstrilerin gelişememesi, spekülatif finansal işlemlerin artması, finans sektörünün reel sektörden daha hızlı gelişmesi, ekonomi yazınında “Hollanda Sendromu” (Dutch desease) olarak da tanımlanan olası bir ekonomik bunalıma zemin hazırlamıştır.

AKP iktidarının ilk yıllarında iç ekonomik koşullar da elverişlidir. 2001-2 finansal krizinden çıkış için alınan önlemler etkisini göstermeye başlamış, enflasyon yavaşlamış, bankaların mali bünyeleri güçlendirilmiş, 2002 yılında cari işlemler fazlası da sağlanmıştır. Dış borçların 130 milyar USD, merkezi yönetim iç borcunun 200 milyar TL dolayında, banka tüketici kredilerinin de 6 milyar TL gibi düşük düzeyde oluşu, özel kesimin kur ve finansman risklerinin ihmal edilebilir düzeyde bulunuşu, bütçenin faiz dışı fazla vermesi, kamu ve özel kesimin hızla borçlanmasına olanak vermiş, borçlanarak alım, refah artışı algısı yaratmıştır.

Günümüzün iç ve dış ekonomik koşulları ise 2000’li yılların başlarından çok farklıdır.

Dünyada 2007-8 krizi, ardından da pandemi nedeniyle yaratılan parasal bolluk, ertelenen tüketimin fiili talebe harcamaya dönüşü, tedarik zincirindeki aksamalar, enflasyonu tetiklemiş; fiyat artış hızı, gelişmiş ekonomilerde dahi son otuz yılın en yüksek düzeyine ulaşmış, merkez bankaları, faiz artışı dahil daraltıcı önlemler öngörmeye başlamışlardır.

Ülkemiz açısından da 2000’li yılların başlarındaki elverişli koşullar kaybolmuştur. Dış borç stokunun 450 milyar USD yükselmesi, kredi değerliliğinin yatırım yapılamaz düzeyine değin gerilemesi, kredi risk priminin yükselmesi, dış finansal pazarlarda da ekonomik ve politik nedenlerle borç verme hoşgörüsünün azalması, dış kaynak sağlanmasını pahalı hale getirdiği gibi, zorlaştırmıştır.

İç ekonomik koşullar da elverişli olmayı yitirmiştir. Merkezi yönetimin iç borç stoku 2.2 trilyon TL’ye yükselmiş; bütçe faiz dışı da açık vermeye başlamış, tüketici kredisi kullanma sonucu hanehalkının borç yükü ağırlaşmış, bankaların tahsili gecikmiş alacakları tehlikeli boyuta ulaşmış, özel sektörün kur ve finansman riskleri artmış, ekonomik bunalıma dayanma güçleri zayıflamış, işsizlik bir numaralı toplumsal sorun haline gelmiş, özelleştirilecek kamu varlık stoku da hemen hemen tükenmiştir. Artan makroekonomik risklere, yönetim riski, yönetim beceri eksikliği de sorun olarak eklenmelidir.

Ağırlaşan ekonomik koşullar altında mevcut yönetim kadrosunun, bilgi, bulgu, sağlıklı verilere dayanmayan afaki kararlarıyla bunalımdan çıkış olanağı yoktur. Ekonomik bunalım, izlenen politikalarla süreğenleşmektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa alalaması 15 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları