Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Atatürk diyor ki (1) (*)
Anayasa konusunda duyduğum, okuduğum gevezelikten bıktım. Sözü beş yazı için Büyük Atatürk’e bırakıyorum:
Anayasada düğümlü kalan noktalar
Baylar, halifelik ve din sorunlarıyla uğraşıldığı sıralarda anayasadaki bir noktanın, halkın ve özellikle aydınların kafasında düğümlenip kaldığını öğrendik. Cumhuriyet kurulduktan sonra da anayasada, bu düğüm kaldıktan başka, düğüm olacak ikinci bir noktanın daha konulduğunu görenler, şaşkınlıklarını gizlememişlerdi, bugün de gizlememektedirler.
Bu noktaları açıklayayım: 20 Ocak 1921 günlü anayasanın yedinci maddesiyle 21 Nisan 1924 günlü anayasanın yirmi altıncı maddesi Büyük Millet Meclisi’nin görevlerini saptar.
Maddenin başında, Meclis’in ilk görevi olarak, “din buyruklarının yürütülmesi” saptanmıştır. İşte, bunun nasıl bir görev olduğunu ve “din buyrukları” teriminin karşıladığı kavramın ne olduğunu anlamakta duraksayanlar vardır. Çünkü sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi’nin “yasaları yapmak, değiştirmek, yorumlamak, kaldırmak vb. gibi” sayılan görevleri o denli geniş ve açıktır ki ayrıca “din buyruklarının yürütülmesi” diye bir terimin bulunması gereksiz görülmektedir. Çünkü “din” demek, yasa demektir, “din buyrukları” demek de yasa buyrukları demektir; başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü, çağdaş hukuk anlayışıyla bağdaşamaz. Bu böyle olunca “din buyrukları” terimiyle anlatılmak istenen kavramın büsbütün başka bir şey olması gerekir.
Baylar, ilk anayasayı hazırlayanlara ben başkanlık ediyordum. Yapmakta olduğumuz yasa ile “din buyrukları” teriminin bir ilişkisi olmadığını anlatmaya çok çalıştık ama bu terimden, kendi sanılarınca bambaşka bir anlam çıkaranları kandıramadık.
İkinci nokta baylar, yeni anayasanın ikinci maddesinin başındaki “Türkiye Devleti’nin dini, İslam dinidir” cümlesidir.
Bu cümle daha anayasaya geçmeden çok önce, İzmit’te, İstanbul ve İzmit gazetecileriyle yaptığımız uzun bir görüşme ve konuşma sırasında bir gazetecinin şu sorusu ile karşılaştım: “Yeni hükümetin dini olacak mı?”
Açıkça söyleyeyim ki bu soruyla karşılaşmayı hiç de istemiyordum. Çünkü, pek kısa olması gereken karşılığın o günkü koşullara göre ağzımdan çıkmasını daha istemiyordum. Çünkü, uyrukları arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak ve mahkemelerinde adaleti, kendi uyruğuna ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır. Hükümetin bu doğal niteliğini, ikircil anlam çıkmasına yol açacak niteliklerle sınırlamak elbette doğru değildir.
“Türkiye Devleti’nin resmi dili Türkçedir” dediğimiz zaman bunu herkes anlar. Hükümetle yapılacak resmi işlerde, Türk dili kullanılması gereğini herkes olağan sayar. Ama “Türkiye Devleti’nin dini, İslam dinidir” cümlesi, böyle mi anlaşılıp kabul edilecektir? Bunun, elbette açıklanması ve yorumlanması gereğini duydum.
Baylar, gazetecinin sorusuna karşı “Hükümetin dini olamaz” diyemedim; tersini söyledim: “Vardır efendim, İslam dinidir” dedim. Ama hemen “İslam dininde düşünce özgürlüğü vardır” diye sözlerimi açıklamak ve yorumlamak gereğini duydum.
Demek istedim ki hükümet, düşünce ve inançlara saygı göstermekle bağımlı ve yükümlüdür.
Gazeteci, verdiğim karşılığı elbette akla yatkın bulmadı ki yeniden şöyle bir soru sordu: “Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?”
“Olacak mı, olmayacak mı bilmem!” dedim. İşi kapatmak istedim; ama kapatamadım. “Öyleyse, dediler, herhangi bir sorun üzerinde inançlarıma ve düşüncelerime uygun bir görüş ortaya atmaktan hükümet beni yasaklayacak ya da bunun için beni cezalandıracaktır. Oysa, herkes kendi içinden gelen sesi susturabilecek midir?” O zaman iki şey düşündüm. Biri: “Yeni Türkiye Devleti’nde her ergin kişi dinini seçmekte özgür olmayacak mıdır” sorusu. Öbürü, Hoca Şükrü Efendi’nin: “Kimi yüksek bilgin arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi, din kitaplarında yer alan belirli ve değişmez Müslümanlık kurallarını yayımlayarak.... ne yazık ki yanılgıya sürüklendiği görülen Müslümanlık kamuoyunu aydınlatmayı kaçınılmaz bir ödev saydık” diye başlayan: “İslam halifesinin görevi, din buyruğunu savunup korumakta Peygamberin yerini tutmaktır; dinsel hükümler koymakta da yüce Peygamber Efendimizin vekilliğini yapmaktır” sözleri.
(*) M. K. Atatürk, Söylev (Cilt 2), TDK Yayını, 1978 s. 522-524
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Yıkılması gerekiyor!
- Ünlü markanın adı bir kez daha listede!
- Ali Koç'tan çok sert Kayserispor açıklaması!