Öner Yağcı

Bir unutulmuşluk örneği: İlhan Tarus

15 Şubat 2020 Cumartesi

Edebiyat tarihi bir bütündür ama özellikle 1930’lu, 40’lı yıllardaki edebiyatımız eksik yazılmış. Nâzım Hikmet’siz bir edebiyat tarihi aktarılmış örneğin. Sabahattin Ali’nin vahşice öldürülmesinden söz edilememiş edebiyat tarihlerinde. 40 kuşağı şairleri görmezden gelinmiş.

“12 Mart’tan sonra bunaldım ve edebiyat tarihi yazmaya başladım” diyen Şükran Kurdakul’un Çağdaş Türk Edebiyatı ile edebiyat tarihimizdeki sansür aralanmaya başladı diyebiliriz.

Zamanın akışında edebiyat

Edebiyat tarihlerimiz devletin ideolojik egemenliğinde yazılmış olduğu için o yıllardaki birçok yapıtın sahibinin unutturulmaya terk edilmesi kaçınılmazdı.

1950’li yıllardan sonraki Amerikan yanlısı Soğuk Savaş politikalarıyla birlikte yaşamın her alanı gibi edebiyatta da baskının yoğunlaştığı, bazı yazarların bilinçli olarak unutulmaya terk edildiği de bir gerçeğimizdir.

Edebiyatın geleceğe kalmasının en büyük ölçütü zamandır. Yapıtlar zamanın süzgecinden geçecek ve bir kısmı geleceğe akamayacaktır. Bu doğaldır, doğal olmayan bu süzgece atılmazsa nasıl akacağıdır. Adalet sağlanmalıdır ki edebiyat doğal akışın süzgecine bırakılsın.

Bugünün edebiyat ve yayın dünyasının insanlarının görevi, bu yapıtları saptayıp unutulmaya terk edilmelerini önlemektir.

İlhan Tarus’un kitapları

Mehmed Kemal’in, İrfan Yalçın’ın kitaplarını yayımlamayı sürdüren genç bir yayınevi h2o, unutulmaya terk edilen İlhan Tarus’un yapıtlarını da basarak bu görevi yerine getiriyor.

İlhan Tarus (1907-8 Ocak 1967), Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirip 1929-1932 yılları arasında savcı ve yargıç olarak çalışır. Gazetelerde öykü ve romanları tefrika edilir. 1938’den başlayarak Doktor Monro’nun Mektubu, Tarus’un Hikâyeleri, Apartman, Karınca Yuvası, Ekin İti, Köle Hanı adlı öykü kitaplarında Anadolu’nun çeşitli yörelerinden “küçük insan”ları konu alır.

Oyunlar da yazan Tarus, ilk romanı olan Yeşilkaya Savcısı’nda sanki kendisini, bir savcının çıkar çevreleriyle giriştiği savaşı, “yargıçlık onurunu zedelediği” gerekçesiyle görevden alınmasını anlatır.

Duru Göl adlı bir romanı da olan Tarus’un asıl yazarlığı, h2o’ca yeni basımları yapılan Varolmak, Hükümet Meydanı, Vatan Tutkusu adlı Kurtuluş Savaşı üçlemesi romanlarında ortaya çıkar.

Varolmak’ta, İstanbul’a yakın bir kasabadan gözlemlerle savaşın ilk yıllarındaki çıkar ilişkilerinin yıkıcı etkileri, dağılma süreci ve halkın çaresizliği anlatılır. Hükümet Meydanı’nda savaş dönemindeki iç ayaklanmalar aktarılırken Yunan saldırısına karşı bilinçlenen halkın Ege’deki direnişi Vatan Tutkusu’nda destanlaştırılır. Üçlemede işbirlikçiler, hilafet yanlıları, yobaz din adamlarıyla halk kesimlerinin, ulusalcı güçlerin savaşımı keskin biçimde aktarılır. 

Kasabanın Ruhu ve Uzun Atlama

h2o yayınları, M. Şerif Onaran’ın deyişiyle “Halkla siyasetçilerin içtenliksiz davranışındaki o ikilem arasında öfkesini bileyen” Tarus’un o dönemde gazetelerde tefrika edilen ve daha sonra kitaplaşmayan Saman Pazarı, 1980 Yılındayız gibi romanlarından olan Kasabanın Ruhu’nu Bahanur Garan Gökşen’in titiz editörlüğü ile yayımladı. Romanda bir taşra kasabasındaki cinayet temel alınıyor ve kadınların var olma savaşımı başarıyla aktarılıyor.

Tarus, ülkenin dört bir yanına dağılmış olan Cumhuriyetin 15 şeker fabrikasını tek tek gezerek gözlemlerini, nasıl gerçekleştiğini ve işleyişini Uzun Atlama: Bir Endüstrileşmenin Romanı’nda anlatıyor. Günümüzde özelleştirilerek yok edilen şeker fabrikalarının aynı zamanda çağdaş bir “yaşama kültürü” örneği olduğunu sergiliyor.

İlhan Tarus’u okuma fırsatını kaçırmayalım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları