Olaylar Ve Görüşler

Yeni ‘hukuksuz’ düzen - Dr. Neval Oğan Balkız

31 Ocak 2025 Cuma

“İktidar, hukuk ve bilgiyi kullanan kurumların tek bir yönetim organı haline gelecek şekilde kaynaşmasını engelleyen, demokrasi aygıtıdır.” Fransız siyaset bilimci Claude Lefort’un bu tanımlaması, hukuk ve iktidar diyalektiğini, bugün çeşitli görünüm ve sonuçlarıyla yaşadığımız demokrasilerdeki “belirlenimsizlik, siyasal yabancılaşma ve boşluk yaklaşımlarını” açıklamak için bir anahtar oluşturuyor.

Günümüzde bütün dünyada, ekonomik ve politik elitler “siyasal kapitalizm” altında kaynaşıyor, ekonomik ve politik güç arasındaki çizgiler bulanıklaşıyor, giderek sermaye ile devlet ayırt edilemez hale geliyor. Bu süreçte, “egemenlik” kavramının temellendirilmesindeki “halk” unsurunun giderek silinmesi, demokrasinin kurumlarının hızla aşınması ve “siyasal kapitalizmin” demokrasiye ihtiyaç duymamasının yarattığı kriz belirleyici hale geliyor.

Demokrasisi kırılgan ve son derece sorunlu hale gelen Türkiye’de bu “kaynaşma”; siyasal erkin, salt siyaset alanına çekilmesi ve bu alanda tutulmasının meşru kaynağı ve aracı olan hukuku ve dolayısıyla yargıyı; bütün siyasal alanı ve toplumsal yaşamı kontrol altına alma ve belirleme aygıtı olarak ortaya çıkıyor.

AKP’NİN ‘UMUT DAĞITMA KAPASİTESİ’

AKP giderek ağırlaşan biçimde, toplumda hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşme olması gereken siyaseti ve siyasal alanı, “iyi” ve “kötü” arasındaki ahlaki bir karşıt olmaya, bunlar arasındaki bir mücadeleye dönüştürdü. İyi olan “biz” ve kötü, tehlikeli olan “onlar” ayrımında, “onlar” saydığı muhalif kesimleri sindirme yoluna gitti.

Bugüne kadar, “umut dağıtabilme” kapasitesini kullanarak ekonomik demokrasiye de hiç değinmedi. AKP, derin toplumsal eşitsizliklerin ağırlığında yaşayan halka; “yaptıklarımızla size hemen eşitlik ve iyi yaşam koşulları sağlamasak da gelecek için iyi bir yaşam umut edebilmenize olanak veriyoruz. Bizleri iktidarda tutmazsanız, yaşadığınız koşullara umutsuzca saplanıp kalacaksınız” dedi.

Toplum ile siyaset yoluyla kurması gerekli bağı, ranta dayalı, üretimden ve adil paylaşımdan uzak, çıkarların paylaşımı ve koordinasyonunu sağlamaktan ibaret bir ekonomiyle, piyasayla kurdu.

SESSİZLEŞTİRİLMİŞ TOPLUM YARATMA

Foucault’nun ortaya koyduğu biçimiyle; “yaşamı teşvik etme” işinin görüntüsü altında, her seçim için -dayanıklı bir çerçeveoluşturmada başarılı oldu. Ancak, sürdürülemez hale gelen ekonomik ve sosyal koşullar, derin ve yıkıcı eşitsizlikler, gelir adaletsizliği, işsizlik, yaygın ve kalıcı yoksulluk, AKP’nin “yaşamı teşvik etme” kapasitesini ve görüntüsünü parçaladı.

Bütünsel bir erk olarak “iktidar,” tüm unsurları ve sosyokültürel hegemonyası ile çözülmeye başladı. Bu süreci baskı ile durdurmak, toplumun her kesimini susturmak için giderek yaygınlaşan şekilde, “maddi fiili” temel alan yurttaş ceza hukuku yerine; ceza hukukçusu Günter Jakobs’un tanımladığı gibi, düşünceyi sorgulamaya ve bundan yapılan çıkarımlara dayalı niyet saptamalarına göre üretilen suçlarla, “tehlike görülenin bertaraf edilmesine” yönelik olan “düşman ceza hukuku” denilebilecek uygulamalar gerçekleştirildi.

Belediye başkanları, siyasi parti başkanları, Gezi’ye katıldıkları iddia edilen kimi oyuncular ve gazeteciler örneğinde olduğu üzere gözaltılar, soruşturma ve tutuklamalar yapıldı.

Muhalif kesimlere karşı sürekli gündemde tutulan korku politikasının; bütün istediği iyi ya da kötü, kendi kişiliği, kendi yaşamı ve şahsi onuru olarak gördüklerini korumak olan sıradan yurttaşı bile, tüm zamanlarını bunun için “sürekli bir savunma hali” içinde geçirmek zorunda bıraktığı bir dönem yaşanıyor.

HUKUK DEVLETİ VE POLİS DEVLETİ

Bilindiği üzere hukuk idesi; eşitlik, amaca uygunluk ve hukuk güvenliği öğelerini barındırır. Bu öğeler; insanın gereksinimlerinden doğar. Bu gereksinimlerin gerçekleştirilmesini nihai amacı olarak belirleyen ve temel değerler olarak yüklenen devlet de “hukuk devleti” olarak tanımlanır. Böyle bir devlette; özgürlük, güvenlik ve eşitlik devletin üç boyutunu oluşturur.

Hukukun oluşturulması, kurum ve kuruluşların örgütlenmesi ve işletilmesi, bu amaç temelinde gerçekleşir. İnsanın özgürlük, güvenlik ve eşitlik gereksinimleri, siyasette de özel alan, kamusal alan ve resmi alan olarak birimleşir. “Düzen” diye nitelenen siyasal eylem ve işlemler de bu birimlerin kendi aralarındaki etkileşimleri ve birbirini belirleyici nitelikleri sonucunda ortaya çıkan siyasal yapılardan oluşur. Devlet gücü, anayasa ile yasal hale getirilmiştir.

Kuvvetler ayrımı (yasama, yürütme, yargı erklerinin birbirinden bağımsız ve eşit konumlarda, kanunlar çerçevesinde işlev görmesi) ilkesi uygulanır. Vatandaşlara eşit muamele yapılır. Tüm idari makamlar yasalara bağlıdır. Tüm bireylere devlete karşı yargı himayesi sağlanır. Devlet gücünün anayasaya ve yasalara karşı kullanılması halinde, bundan zarar görenlere tazminat hakkı verilir. Devletin alacağı her türlü önlem, “ölçülülük” ilkesine uygun olmak zorundadır. En genel anlamıyla yönetilenlere “hukuk güvenliği sağlanmış durumdadır”.

Marx’a göre hukuksal ilişki, kendisinde ekonomik ilişkilerin yansıdığı bir iradeler ilişkisinden başka bir şey değildir. Bu durumda şu sorular gündeme gelecektir. Hukuk; birey, grup ve sınıflar arası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmalarının, iradeler ilişkisinin bir sonucu, geçici bir dengesi ise ve bu denge; bir kısım bireyler, gruplar veya sınıfların lehine veya aleyhine bozuluyorsa ne olacaktır? Ya da bir iradeler ilişkisi olan hukuksal ilişkide, irade daima belirleyici oluyorsa, sonuçları ne olacaktır? Bu durumda öncelikle “hukuk devletinden” söz etmek olanaksız hale gelecektir! “Polis devleti denen, yönetilenlere hukuk güvenliği vermeyen, zorbalığa başvuran bir rejim anlayışının” hakimiyeti söz konusu olacaktır.

NE YAPMALI?

AKP iktidarının inşa ettiği “disiplin ve denetim toplumu” koşullarına, otoriter ve hegemonik baskılara karşı durmak için ivedelikle, demokratik bir siyaseti yukarıdan değil; aşağıdan, içinde işlediği toplumsal rıza mekanizmalarıyla gözler önüne serecek, demokratik cepheleşmeyi dinamikleştirecek şekilde inşa etmek ve yeni bir etik politik hat oluşturmak durumundayız. Bu hat; siyasetin halkla ilişkisinde izlediği popülist çizgiyi aşacak, halkın isteklerini yerine getirmenin yanında, toplumsal bütünlüğü yeniden üretebilecek, sosyal, ekonomik, kültürel, ideolojik vb. çelişkileri, bölünmeleri aşabilecek inandırıcı program ve araçlar ortaya koymalı ve bunları eksiksiz uygulayacak bir siyaseti oluşturmalıdır. Bireysel ve toplumsal kurtuluş buna bağlıdır.

DR. NEVAL OĞAN BALKIZ

HUKUKÇU,AKADEMİSYEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları