Olaylar Ve Görüşler

Üç Yıl Sonra Roboski’de Dostoyevski

27 Aralık 2014 Cumartesi

Roboski katliamının tek bir failinin bile yargı önüne çıkarılmadığı üçüncü senedeyiz. 34 gencin yattığı o mezarlığın plastik çiçeklerini kim bilir kaç yüz fotoğrafta gördük. Devlet kim, yurttaş kim, adalet ne, tüm bunlara dair de üç senedir veremediğimiz bir ders. Aslında bu dersten buralarda ne zaman geçtik, o da meçhul. 

“Çok iyi düşünmüşsünüz. Roboski ne kadar anlatılırsa, ne kadar gündemde tutulursa o kadar iyi! Bence mesela yazarlar arasında Dostoyevski olmalı, Tolstoy olmalı…”
Yazar, antropolog Müge Tuzcuoğlu Roboski üzerine bir kitap hazırlamaya karar verdiğinde, Şırnak’ta bir festival esnasında Roboskili gençlere dileğinden bahsetmiş. “Çok iyi düşünmüşsünüz” diye orada başlamışlar işte lafa. Kısa bir süre önce çıkan “İstenmeyen Çocuklar – Roboski Katliamı’nı Hatırlamak ve Hatırlatmak” isimli o kitapta (İletişim Yay.) okuyorum şimdi bunu. Katliamın üzerinden üç yıl geçmişken mevzuya kendi meşrebince bakan kitaptaki onca yazının arasında, en önce bu cümle geliyor aklıma.
Evet, Roboski anlatılmalı ama yazarlar arasında Dostoyevski olmalı, Tolstoy olmalı. Bu öyle bir his ki, insanlık ve edebiyat tarihinin en büyük kalemleri kimler, yaşananları işte belki onlar hakkıyla anlatabilir. Bu öyle bir ihtiyaç ki 28 Aralık 2011’den beri kemikleşen derdi, ancak o kalemler dile getirebilir.

Kürtçe öğrenmeye ‘Roboski’den başlamak
Düşününce, aslında ne çok da dinledik Roboski’yi. Ana akım medyanın hele o ilk günlerde dilinin nasıl tutulduğu aklımızdan katiyen çıkmayacaksa da o gecenin teferruatını raporlardan, ifadelerden öğrendik biz. Sağ kurtulanların, ilk elde koşup da parçalarından akrabasını, ahbabını tanımaya çalışanların tanıklıklarını okuduk haberlerde. Yeri geldi gittik, kucağında çocuğunun fotoğrafı olmadan ayakta dik duramayan anneleri, öfkeden bir gecede büyümüş köyün çocuklarını dinledik. Göz perdemizde bir fotoğraf, o evlerde geceleri dallı güllü battaniyelerin altında unufak olarak yattık, sisli sabahlarına uyandık.
34 gencin yattığı o mezarlığın plastik çiçeklerini kim bilir kaç yüz fotoğrafta gördük. Her şeyi en başından tane tane anlatan belgeseller izledik. Yakınlarını kaybedenler üşenmedi, yüksünmedi; panellerde, konferanslarda, televizyon programlarında konuştular. Tekrar tekrar anlattılar. Muhtemelen kulağı açık, anlamaya gönlü olan için daha fazla, ama biz Roboskili olmayan dünyanın geri kalanı, 28 Aralık 2011 gecesi neler yaşandığına, kalanların bunun hesabını sormak için neler yaşadığına dair malumat sahibi olduk aslında. İnsanlar Roboski için şiirler yazdı, şarkılar yaptı, ağıtlar yaktı. Duvarlara yazıldı, meydanlarda bağrıldı, sosyal medyaya duygulu cümleler düşüldü. Ama yetmedi. Yetmedi ki, Roboski’nin gençleri hâlâ Dostoyevski’yi, Tolstoy’u bekliyordu.
Belki de anlatmak gereken “34 sivil, vatandaşı oldukları ülkenin savaş uçakları tarafından bombalandı”nın ötesinde değildi. Bu yetmeliydi. Ne olduğunu anlamamız için, yeri göğü inletmek için, adalet istemek için, bu cümlenin ehemmiyetini idrak edemeyen ve siyasi mesuliyetini yüklenmeyen iktidarları alaşağı edebilmek için yetmeliydi. Belki de lafı fazla uzattık.
Sivil dememek için “terörist”e, en iyi ihtimalle “kaçakçı”ya geçenler için “ama”lar vardı. Üşenmediler, bütün enerjilerini her Roboski dendiğinde “Pardon oranın adı Uludere” demeye harcayanlar çıktı. Ne acı, Türkiye Kürtçe öğrenmeye “Roboski”den başladı.
Sonuçta herkes vazifesini yapmış, ne bekliyorduk ki, askeri mahkemelerden alınmış takipsizlik kararı kucakta, üç senenin ardından hâlâ istihbarat doğru muydu, değil miydi tartışılıyor bugün. Doğru olsa ne değişecekti? 34 sivil, vatandaşı oldukları ülkenin savaş uçakları tarafından bombalandı. Bitti.

Neden gazsız, gözaltısız Roboski anması yok?
Bugün AKP ve muhipleri bol keseden atılmış “karanlık dehlizlerde çürümeyecek” sakızını çiğniyor. Ne zaman çürümeyecek, mesela 2023 planlarınızda mı var? 15 ay sonra “Kasıt yok” diyen Meclis altkomisyon raporunu, reddedilen bütün soru önergelerini, “Yatıp kalkıp Uludere diyorlar” kükremelerini, “Her kürtaj bir Uludere’dir” beyin bulanıklıklarını unutup 2071’i mi bekleyelim yoksa? “O yükseklikten bu Ahmet midir, Mehmet midir bilmek mümkün değil. TSK görevini samimi bir şekilde yapmıştır” diyenlerin bugün renk değiştirip yargıdaki Cemaat yapılanmasını ima edişleriyle mi ikna olalım?
O dönemin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan, aradan 580 gün geçtikten sonra “Peşini bırakmayacağız, faillerini adalet önüne çıkaracağız. Bundan sonra Sadullah Bey sizin bütün sıkıntılarınızdan sorumlu” demiş, ama ardından bu katliam üzerine çok yazan gazetecilere “Ölüler üzerinden kampanya yapıyorlar” gelmiş, “Tasmalı” diye seslenmiş; yutalım mı? Üç senedir üniversitelerde, meydanlarda gazsız, copsuz, gözaltısız kaç tane Roboski protestosu yapılabilmiş? Madem failler cezalandırılsın diyorsunuz, sözde bir kararlılık var, “Failler cezalandırılsın” diyene neden böyle davranıyorsunuz, sormayalım mı? TSK’nin savaş uçakları tarafından bombalanan 34 gencin aileleri üzerine TOMA sürülüp gaz atılmışken, bunu sormak abes mi yoksa?
Roboski katliamı, güvenlikçi, kibirli siyasi ve askeri inisiyatif geleneğini özetlemesiyle, bu gelenekle beslenen medyanın ne kadar pespayeleşebileceğini tekrar hatırlatmasıyla, tüm bunlarla beslenmiş toplumsal yarılmayı işaret etmesiyle otuz yıldır “Kürt sorunu” denilenin özetidir. Devlet kim, yurttaş kim, adalet ne, tüm bunlara dair de üç senedir veremediğimiz bir ders. Aslında bu dersten buralarda ne zaman geçtik, o da meçhul.
Roboski katliamının tek bir failinin bile yargı önüne çıkarılmadığı üçüncü senedeyiz. Güçlüler, kazananlar kendi tarihlerini yazar, bu doğru. Öyle de hatırlanacaklarını sanırlar. Ama ekseriyetle de diğerlerinin yazmasına engel olamadıkları tarihle anılırlar.

 

PINAR ÖĞÜNÇ Gazeteci  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları