Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Ölümden Çalan Bilge: Vedat Günyol - Ali Ekber ATAŞ
Bir insanı anlatmak, onun ne
kadarını anlatmaktır ya da anlatamadıklarımız onun ne kadarıdır?
Bu sorunun yanıtı, 93 yıl, 4 ay, 3
gün hayata ömür katan yaşamıyla bizimle beraber yaşayan Vedat Günyol’dur.
On yedi yıl önce aramızdan ayrılmıştı.
Şu ana evrilen hayatımın dönüm noktasıdır O. O’nun yaşamının son yirmi yılına
tanıklık etmek, aynı zamanda yirminci yüzyılı da, başından sonuna geçmek
demekti. Bu şansı yakalamakla kalmadım. Onun anısına bir armağan kitabı hazırlayan
kişi olmanın ayrıcalığını da yaşadım. Vedat Günyol’un yapıp ettiklerinin
yanında, benim bu yaptığım, deyim yerindeyse okyanusta bir damla.
Vedat Günyol, hem damlada okyanusu
duyumsatan hem de okyanustaki damlanın varlığını hepimiz için görünür yapan,
Doğan Hızlan’ın demesiyle “Doğu Batı sentezinde; Batılı bir bilge, Doğulu bir
derviştir.” O’nda, Yunus Emre’den “el almış” bir dervişin, Pir Sultan’dan
beslenmiş insancı, sosyalist devrimci kişiliğinin bir yansımasını görürüz. Her
ikinin bireşiminden, kedisini çağdaş zamanlarda da yaşatacak bilge bir kişilik
yaratmıştır. Vedat Günyol, karşısındakini aydınlatmakla kalmaz, bir benzerini
de karşısındakinde yaratan bir kültür insanıdır.
AKILCILIKTIR ATATÜRK
Akılcılığı biz Atatürk’le yakaladık. Şimdi oysa aklın yerine inancı, bilimin yerine din öğretisini egemen kılan küresel bir sömürü düzeninin egemen olduğu, halkları yoksul bırakılan bir dünya, savaşlarıyla kirletilen bir çağı yaşıyoruz. Küresel sermaye politikalarının, gelişmekte olan ve yarı gelişmiş ülkelere ihracı, yoksul halklara yaşattığı acılarıyla bir insanlık sorunu olarak sürmektedir hâlâ. Dünyanın emekçi ve yoksul halkları, kendi sorunlarını sahiplenmezlerse eğer, gelecek daha beter olaylara gebe. Olayların sonuçlarını dünyadan bağımsız yaşamıyoruz elbet. Ne ki, her ülke koşullarında farklı biçimleriyle yaşanmış olsa da, küreselleşme politikalarının sonuçları hep aynı acıyı yaşatıyor insanlığa:
Sömürü, işsizlik, etnik ve
bölgesel savaşlar, doğanın yok edilmesi, çevre kirliliği, ileri teknoloji
ürünlerinin yaydığı zararlı gazlardan ozon tabakasının delinmesi, mevsimlerin
yer değiştirmeleri, buzulların erimesi, depremler, yangınlarla ormanların yok
edilmesi, buna bağlı olarak da toprak kaymaları, büyük seller, felaketler...
Batı aydınlanmasının tarihi yuvarlak hesapla dört yüz yıldır. Bu tarihsel olaylar, ana başlıklarıyla şunlar: Rönesans (14-16. yüzyıl), Reform (16. yüzyıl), 1789 Fransız İhtilali (18. yüzyıl), Sanayi Devrimi (18-19. yüzyıl), 1917 Ekim Devrimi (20. yüzyıl)…
ENDÜSTRİYEL KAFAYI YETİŞTİREMEMEK
Batı aydınlanmasının tarihi
yuvarlak hesapla dört yüz yıldır. Bu tarihsel olaylar, ana başlıklarıyla şunlar: Rönesans (14-16 yüzyıl), Reform (16 yüzyıl),
1789 Fransız İhtilali (18. Yüzyıl), Sanayi Devrimi (18-19 yüzyılları), 1917
Ekim Devrimi (20 yüzyıl)… Batı’daki tarihsel gelişimi böyleyken, Osmanlı’dan
Türkiye’ye gelinen süreçte neler olmuş, ana başlıklarıyla şöyle:
Biz
de gelişmelerin tarihsel sıralaması da şöyle: Fatih’in, 21 yaşında genç bir padişah olarak, 29
Mayıs 1453'te (15 yüzyıl) İstanbul'u fethetmesi,
Orta Çağ'ın sonu, Yeni Çağ'ı başlatan tarihi olmuştur. I. Meşrutiyet (1876 Islahat
Fermanı/Kanun-i Esasi), II. Meşrutiyet 23 Temmuz 1908 (10 Temmuz 1324
ilan edildi), 18 Mart 1915-18 Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları, 19 Mayıs 1919
Kurtuluş Savaşı, 20 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisinin kurulması, 29 Ekim 1923
Cumhuriyet’in ilanı…
Zaman dizinsel olarak farklı
tarihsel bu olaylar gecikerek de olsa, Osmanlı’da başlayıp Mustafa Kemal
Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyetle sonuçlanan bir süreç oldu. Bu topraklarda, Anadolu aydınlanmasını başlatarak,
Batı’nın dört yüz yıllık tarihini 19 yılda geçmiştir.
Vedat Günyol, Batılı çağdaşlarının
bile el atamadığı, dünyada bir ilk olan, hem de Hitler’in Avrupa’da yükselişe
geçtiği bir dönemde, “Devletler Hukukunda Birey” teziyle hukuk tarihinde belki
de bir ilke imza atmıştı. Onun bu
düşünür kimliği, Atatürk Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği “aklı inançtan, bilimi
dinden bağımsızlaştıran” bir Anadolu bilgeliğini bir yansımasıdır. Günümüz ve
çağımız sorunlarını ilişkin uyarılarını ta o zamanlardan yaptı. Mustafa Kemal
Atatürk’le başlayan Anadolu Aydınlanması’nın kültür ve eğitim ayağının, Hasan
Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’la birlikte, kilit taşlarından biridir. hangi
yapıtını okursanız okuyun, bugün yazılmış gibi günceldir, yaşayandır ve de
uyaran.
SONUÇ
1940-47 yılları, Anadolu
Rönesansı’nın kültür ve eğitim ayağındaki devrimci atılım dönemidir. Hasan Ali’nin bakanlık dönemi, Batı
aydınlanmasının kültür hayatımızda yaratıldığı dönemdir. İlköğretim Genel Müdürü olarak Tonguç’un Köy Enstitüleri projesi, Türk devriminin eğitim alanında
köye inmesi köylüyü kalkındırmasıdır. Hasan Ali’nin bakanlıktan düşürülüp,
yerine bilisiz Şemsettin Sirer’in getirilmesi büyük bir kırılma yaşatmıştır. Karşı
devrimin attığı en büyük adımdır bu. İşte, Hasan
Ali ve İsmail Hakkı Tonguç ikilisinin bu devrimci ve ileri atılımın içinde
Vedat Günyol da vardır. Köy Enstitülü yıllarında başlatılan Batı klasiklerin
çevirisine Sirer döneminde son verilir. Günyol,
1962 yılında kurduğu Çan Yayınlarıyla, Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte Batı
Klasiklerinin çeviri işini üstlenirler. 62 yapıtı dilimize çevirip, Türkçeye
kazandırırlar.
Vedat Günyol, geçmişten günümüze yaşadıklarımızın,
Türk insanının geri bırakılmışlığının, kalkınamayışımızın temel nedeninin
endüstriyel bir kafaya, eleştirel akla sahip olamayışına ve bir Batılı gibi;
dünyaya, olay ve olgulara, bütünlükle bakamayışına bağlar.
Batı’da, endüstriyel bir kafanın
neler yaratacağını, çok yakından gördü. Sorunlara, olay ve olgulara, bilim
kuşkuculuğuyla dolu bir akılla, tam bir Batılı gibi yaklaşmıştır. Soğukkanlı
oluşu bundan. Duyguyu bilince dönüştürdü. Heyecanı üretime yöneltmesini bildi.
Ustalığı alçakgönüllülükle, hoşgörüyü üretkenlikle buluşturdu. Toplumsalcı Türk
Hümanizminin bir okuluydu. Bu düşünceyi dizgeleştirdi. Elbet ki, Vedat Günyol,
onu çok iyi anlayan bir çevrenin içindeydi. Bundan olabildiğince beslendi. Eksik
olanı gördü:
Endüstri toplumlarını yaratan ve
gelişmeyi geliştiren, ilerlemeyi, sonsuz ilerlemeyi hedeflemiş bir bilim, kültür,
sanat ve düşün toplumunu yaratacak “endüstriyel kafa”larımızın olmayışı.
Batı’nın bu özelliğini,
endüstriyel bir kafanın neler yaratacağını, kendi kuşağı da dâhil, herkesten önce
gördü. Sorunlara, olay ve olgulara bilimsel, kuşkucu bir akılla, sorgulayıcı
tam bir Batılı gibi yaklaşmıştır Soğukkanlı oluşu bundan. Duyguyu bilince
dönüştürdü. Heyecanı üretime yöneltmesini bildi. Ustalığı alçakgönüllülükle,
hoşgörüyü üretkenlikle buluşturdu. Toplumsalcı Türk Hümanizminin bir okuluydu.
Bu düşünceyi dizgeleştirdi. Elbet ki, Vedat Günyol, onu çok iyi anlayan bir
çevrenin içindeydi. Bundan olabildiğince beslendi. Atatürk’ün ne yapmak
istediğini çok iyi anladı, anlattı. Kullandığı dil halkının, yaşamı halktan,
sıradan bir insanın yalınlıkları içinde geçti. Tek mülkü zamandı. Zamanın
yıkıcılığına, üreterek karşı koydu. Yediden yetmişe herkesin anladığı, herkesin
kendince bir heyecan yaşadığı, duygulandığı, düşünce olgunlaştırdığı bir dil
ustasıydı o.
Batı teknik ve biliminin kültür
uygarlığını, neden Osmanlı’nın yaratamadığı sorununa da eğildi. Bu konu üstüne
sorular sordu, düşünceler geliştirdi. “Kalkınmanın
Yolu” [1]
başlıklı yazısında bu sorunun temel yanlışına dikkat çeken şu sözleri önemli:
“Osmanlı İmparatorluğu da dünyayı ele
geçirme tutkusundan doğmuş bir imparatorluktu. Teknik üstünlükten gelen o büyük
savaş gücü ve örgütçülüğüyle Avrupa’yı en azından iki yüz yıl aşmış olan bu
imparatorluk dinamizmini bu tutkudan alıyordu. Fatih’e toplar döktüren, savaş
endüstrisinde yenilikler yaptıran bu tutku olmuştu…”
Bu gelişmişliğin geriliğini de şu
nedenlere bağlıyordu1952’de yazdığı bu yazısında:
“…yeterli hiçbir endüstri çabasına dayanmadan, sadece ‘ganimetlerle’ beslenip, sarayla ona bağlı bir azınlığın rahatı ve Anadolu halkının yoksulluğu pahasına, imparatorluğun çöküş günlerine kadar, kuru, anlamsız, boş bir tutku olarak sürüp gitmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküşe götüren nedenlerin başında kendi öz halkının yararına işleyen bir ekonomik düzen ve endüstriyel uygarlık kuramamış olması gelir. Bugün de Türkiye’yi yarı sömürge durumuna düşüren aynı nedenlerdir…” [2]
ALÇAKGÖNÜLLÜĞÜ ÜRETKENLİKLE USTALIĞI HOŞGÖRÜYLE BİRLEŞTİREN DÜŞÜNÜR
Bütün yaşamı ve yaşantısının her
evresi, çözüm odaklı düşünen ve yaratan, geliştiren biri oldu. Saltık, bu
özelliklerini kendisiyle sınırlamadı, “kendisinin bir benzerini de,
karşısındakinde yarattı.” İnsanlığın yaşadığı bunalım ve sorunlara salt,
ekonomik temelde bakmadı. Evet, ekonominin belirleyiciliğinden söz eder. Ne
ki, ekonominin bu belirleyiciliğinin alt
yapısında da yine, “kültür ve eğitim”in
yattığına dikkat çekti hep.
Ülkenin kalkınmasında eğitim ve
kültürün ekonomik gelişmelerden önemlisidir Günyol için. Eğitimli ve kültürlü
bir insandan, akıl bağımsızlığını sağlamış ve aklını kullanabilme cesaretini
gösteren bireylerin yetişmesi değişimin diyalektiğinin zorunlu bir sonucudur. Günyol
için insan, sosyal, kültürel, akıl, duyu ve duygu varlığıdır da aynı zamanda. O’nu
benzerlerinden farklı kılan ve bugün hâlâ konuşuyor olmamızın nedeni, yaşamının
bütün evrelerinde değişimin diyalektiğiyle iç içe bir ömür sürmüş olmasıdır. Bir
yanda, aydınlanmacı, bilimsel düşüncenin savaşımcısı bir baba, öte tarafta
tutucu ve dinsel öğretiye bağlı bir yaşam süren dede. Bu karşıtlığın, “düşünce-inanç” çatışmasının yaşandığı
durumda elbet ki, Günyol, bilimsel düşünceden yana tavrını almış. Aslında
çelişki gibi görünen bu “inanç-düşünce”
çatışmasından, diyalektik düşüncenin insanı, toplumsalcı öğretinin insancı
düşünürü, devrimci sosyalisti, Vedat Günyol çıkmıştır.
Vedat Günyol, “Türkün Mutluluğu Atatürk” başlıklı yazısında
imparatorluklar çağından (yönetim anlayışlarından) Kurtuluş Savaşları ve demokrasi yüzyılına yönelişimizin nedenlerine
eğilir ve Atatürk’ün, Türk toplumuna neleri kazandırdığından söz eder. Aslında
bu yazı, imparatorluk çağına ve yönetim anlayışlarına, yöneticilerine de bir
eleştiridir. Şöyle diyor Günyol ve ardından sesleniyor:
“İmparatorluklar kurmuş bunca devlet
adamları uluslarına ne getirmişti yağmalar, talanlar, sönmüş ocaklar, kinler,
her iki yanda gözyaşları, ahlar vahlar pahasına kazanılan topraklarla şan şeref
edebiyatları, fetih gururları dışında?”
Can alıcı şu soruyu sorar:
“Anadolu halkına, köylüsüne ne
kazandırmıştı bunca fetihler, istilalar ‘hanedan’ gururu, şan şeref tutkuları
dışında, hayatı sevinç ve istekle karşılamak için ne yol göstermişlerdi
uluslarına?”
Atatürk’e gelinceye değin,
yaşanılan bunca acıların, Atatürk’le birlikte “hayatı sevinç ve istekle karşılamak için” yollara düşen Türk
halkını yakından tanıkla kalmadı. Osmanlı’nın tarihsel hatasını görmüş ve
onarmıştır. Emperyalizme karşın, emperyalizme karşı savaş açarak devrimler
tarihine Kurtuluş Savaşları kavramını
kazandırarak ezilen uluslara örnek olmuştur.
Anadolu halkının bağımsızlık özlemini gerçekleştirmiştir. Çünkü “Atatürk, Türk ulusunun mutluluğunu kendi
mutluluğu sayıyordu. O da her insan gibi mutlu olmak istiyordu elbet. Ama bir
başkumandan, bir devlet şefi olarak, tek başına mutlu olamayacağını biliyordu.”
Türk halkının dilini Türkçeyi, yeniden devlet dili yaparak onu; kuldan köleden
bireye, tebadan halka, ümitten ulusa bir evrilmeyle kimlik kazandırmıştır. İşte
Atatürk’ün büyüklüğü!
Vedat Günyol’un demesiyle Atatürk,
“Batı uygarlığına giden yoldu”r.
Devrimsel olanın önemine değiniyor. Altmış dokuz yıl (1952) öncesinden bugünü
anlatan yazısında Türk halkına şöyle sesleniyordu:
“Türkiye’nin dramı, Batı uygarlığı
dışında kalmış bütün geri ülkeler gibi, ‘Ölmesini
bilmeyen şeylerle yaşamasını bilmeyen şeyler arasındaki amansız çatışma’daydı.
Ölmesini bilmeyen şeyler, Türkiye’yi Batı dünyasından en az bir iki yüzyıl geride
bıraktıran kör inançlar, yobazlıklar, olumlu bilgi düşmanlığıydı. Yaşamasını
bilmeyenlerse, ta Mahmut II’den bu yana başlayan ama en iyi niyetli
aydınlarımızın bile ölesiye bağlanıp yaşatamadıkları, yaşatmakta direnmedikleri
Batı uygarlığını yapan bilim kafasıydı…” [3]
Vedat Günyol, Türk aydınını,
kararan şu günlerde göreve çağırıyor:
“Atatürk Türk
ulusuna hayatı sevinçle karşılamanın, yani mutluluğun yolunu göstermiştir. Bu
yolda yürümek, bu uğurda ölesiye savaşmak, devrimleri devrimlerle beslemek Türk
aydınına düşen en büyük görevdir.”
Vedat Günyol’un dil ve Türkçe konusunda söyledikleri
“Ben neyim şimdi? Bir Türk. Neyimle
Türk? Dilimle. Türkçe benim doğal yurdumdur, dünyanın neresinde olursam olayım,
hiç fark etmez. Yunuslardan, Karacaoğlanlardan, Pir Sultanlardan,
Dadaloğlulardan süzüle incele, özleşen, gelişen bir dildir benim yurdum,
barınağım, can damarım. Dilim dolayısıyla Türk olmak, büyük bir onurdur benim
için. Ben Türkçenin âşığıyım, diyebilirim. Türkçemle düşünüyor, Türkçemle
yaşıyorum. Ne var ki anadili bir yerde, yetmiyor insanı insan kılmaya. Dünyaya
açılmak için başka insanların konuştuğu dillere de el atmak, gönül bağlamak
gerek.”[4]
Bilim kafasından inanç karanlığına
getirildiğimizin çağını yaşıyoruz. Yaşadıklarımız, dünyada olup bitenlerden
bağımsız değil elbet. Her yaşanan yeni durum, kendisinden sonrakilere ortam
hazırlar. İnsan bunun farkında ve bilincinde olduğu sürece, değişimi
içselleştirir ve gelişme yasalarının gereğini yapar. Vedat Günyol, gelişme
yasalarını, değişimin diyalektiğini yaşamının her evresinde duymuş ve
yaşamıştır. Onu bugünlere taşıyan, şu ana getirmekle kalmayıp yarınlarda da
söyleyip yazdıklarını tartıştıracak olan da budur. Düşünür yanını, eğitimci
kimliğini, insancı (hümanist) kişiliğini bu çatışma içinde bulmuş. Tıpkı,
Atatürk gibi o da, “ölmesini bilmeyen
şeyler”e karşı yaşaması gerekenleri yaratmış ve yaşatmış bir düşünür.
Günyol, ortaya koyduğu her eserinde Atatürk’ün yapmak istediklerini çok iyi
kavramış, yapmak istediklerinin peşine düşmüş, ondan ödünçlediği devrimci
düşüncesini geliştiren çalışmalar ortaya koymuştur. Günyol’un yapmak
istediklerini şu sözlerinde ve düşündüklerinde bulabiliriz Atatürk’ün:
“Benim yaptığım işler birbirine bağlı
ve gerekli şeylerdir. Bana yaptıklarımdan değil yapacaklarımdan söz edin”.
Bu sözlerdeki diyalektik bakışı ve
özü, bilimsel düşünüşü, ortak akıl ülküsünü hedefleyen bilincini, kendi
bilincinin de bir ilkesi yapmış ve yaşamının her evresine yaymıştır bunu.
Ölümden çalan bir bilgedir Vedat
Günyol!
ALİ EKBER ATAŞ
[1] Vedat Günyol, “Yeni Türkiye Ardında” (Çağdaş
Yayınları, 2. Bası, Kasım 1998, s. 29).
[2] a. g. y., s.
29-30.
[3] Günyol, Vedat. Yeni Türkiye
Ardında, Türkün Mutluluğu Atatürk, s. 45-46
[4] Ali Ekber Ataş. “Vedat Günyol’a Armağan 100’ 5
Vardı” (aktaran: H. Erdem, s. 121).
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Bahçeli ile görüşmesini anlattı
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- AKP'li başkandan 'torpil' savunması
- İşte Enes Güran'ın kolundaki ısırık izinin fotoğrafı
- 'Bundan 25 gün önce de...'
- 2 çocuk vurulmuş halde ölü bulundu!
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- 'Erdoğan' zirvesi sonrası MHP'den bir paylaşım daha!
- Biberonla tiner içirilen bebek öldü
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!