Olaylar Ve Görüşler

Doğurganlık hızı ve ideal nüfus üzerine- Prof. Dr. Yaprak Civelek

29 Mayıs 2024 Çarşamba

Bugün Türkiye’de doğurganlığın düşmesi üzerine yapılan çağrıların ve duyulan kaygıların üzerine şunlar söylenebilir:

Ulus devletlerin, varoluşsal kaygılarla büyük nüfusa sahip olma arzuları tarihseldir. Fakat gerçekte büyük nüfus ideal nüfus anlamına gelmez. İdeal nüfus, ülkenin sınırları arasında kalan coğrafi konumlanmaya ve doğal kaynakların sunduklarına uygun sayıda, ekonomik kalkınma göstergelerinin, kişi başına düşen milli gelirin yoksunluk ve yoksulluğa işaret etmediği bir sosyal refah devletinin nüfusudur. Demografik akış içinde doğurganlığı etkileyebilecek tüm değişkenler; cinsiyet eşitliği bazında öğrenim düzeyleri, çiftlerin sosyal ve ekonomik statüleri, kırsal ya da kentsel ikametgâh alanları, geleneksel ve modern yaşam tarzları, hanehalkı gelir düzeyi, konut ve barınma şartları, gebeliği düzenleyici yöntemlerin bilgisi ve kullanımı, dinsel farklılıklar, etnik kimlikler, iç ve dış göçler, ana-çocuk sağlığı hizmetleri, kadının işgücüne aktif katılımı ve kariyer hedefleri, hepsi doğurganlığı etkilerler. 

Çocuk doğurmanın basitçe bir genetik dürtü, insana özgü bir içgüdü gibi görülmesi bize insanların neden daha geniş ya da küçük ailelere sahip oldukları konusunda bir şey söylemez. Çocuk sahibi olmak, temel olarak bir sosyal davranış biçimidir. İçinde yaşanılan ekonomik, politik dünyalara göre şekillenir. Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluş tarihinden 1955’lerin ortalarına kadar doğurganlığı destekleyen (pronatal), sonrasında günümüze kadar gelen doğurganlığı düzenleyen (antinatal) nüfus politikalarına tanık olunmuştur. 2000’lerden bu yana da antinatal yasalar işlerliğinde -ki bu, zaten değişmemelidir- bir pronatal söylem üretimiyle ilerlenmektedir.  

SOSYAL DEMOGRAFİK YAPI

Bugün, ülkemizde toplam doğurganlık hızının 1.5 çocuk olması, ülke nüfusunun yenilenme düzeyinin altına düştüğünü, doğurganlığın azaldığını, ortalama ömrün uzadığını göstermektedir. Aynı zamanda, ülke nüfusunun yaşlı nüfus olma özelliğini sürdürdüğünü anlatmaktadır. Nüfus artış hızı yavaşlamıştır, ancak halen pozitiftir. Bununla birlikte çiftler halen iki çocuklu aile olma eğilimine sahiptirler. Bu durumda, doğurganlık hızını, nedenlerine göz atmadan, salt rakama odaklanarak bir problem olarak sunmak bilimsel değildir. Sosyal demografik yapı, kendi coğrafyasında, tarihinde, kültüründe, politik ve iktisadi ilerleyişinde, ailenin yeri ve kadının statüsü ile kadının karar mekanizmalarının içinde olmasına yönelik değişimler yaşayan, yepyeni bilinç düzeylerine, fikirsel değişmelere yaslanarak akan bir nüfus üzerinden derinlemesine bir özgülükle tartışılmalıdır.  

Politika önderlerinin bu tür bir özgülüğe kör söylemler üretmekle, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramından kaçınmakla, kadına şiddeti görmezden gelmekle, aile, ana-çocuk sağlığı hizmetlerindeki aksaklıkları giderememekle, pahalılığı, yoksulluğu önleyememekle, çocuk dostu olan kentsel alanları kuramamakla, aslında kalkınma planlarında öngörülen ama pratiğe dökülemeyen maddelerin arkasını aramamakla nüfusun kendini yenileyebileyeceği (ortalama 2.1 çocuk) noktaya gelinmesi olanaklı değildir. Çocuk sahibi olmak, iktisadi ve toplumsal koşullar göz ardı edilerek dayatılacak bir konu değildir. İnsanlar aile kurmaya itilemezler, aile kurmak isterler.

Ayrıca mesele salt doğurganlık değildir: Yaşlı nüfusun ihtiyaçlarının, kişisel ve sosyal refahının sağlanmasıyla ilgili hedefler konuşulmalıdır. Toplumu daha da yoksul ve kıtlık içinde bir dünyanın içine sürüklemekten kaçınarak çalışmak gerekmektedir. Yoksa yukarıda bahsi geçen ideal nüfus ya da Platon’un da deyimiyle “optimum nüfus” tanımına ulaşılması beklenemez. Türkiye’de demografik veri toplama konusunda iki önemli kurum vardır: TÜİK ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Bu kurumlar tarafından belirli dönemler ve örneklemler üzerinden hesaplanan doğurganlık hızının, demograflarla birlikte, karşılaştırmalı değerlendirilmesiyle politikalar üretilmelidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları