Meriç Velidedeoğlu

İslam Demokrasisi mi?

11 Nisan 2014 Cuma

Ne dersiniz, “demokrasi”nin de “İslamlaştırılması”nın sırası gelmedi mi? Yoksa bu “operasyon” da çoktan olup bitti mi?
Eğri oturup doğru konuşalım; böyle bir “değişim” böyle bir “düzenleme” gerekir doğrusu... “İslam”ı sınıflandıran stratejik dostumuz (!) “ABD”, bizim için “Ilımlı İslam” sınıfını uygun bulduğuna göre...
Bu durumda; “ılımlaştırılmış” bu “İslam”a uygun bir “demokrasi” neden olmasın ki? Ayrıca “uyum” sağlamak için de gerekmez mi?
“Demokrasi, ‘çağdaş evrensel’ bir kavram, dolaysiyle olamaz!” gibi bir yanıt verildiğinde soru da anında gelecektir.
“İslam Olimpiyadı”, “İslam Ekonomisi”, “İslam Modası” yok mu?
Bir bakıma haklılar... “Ekonomi” söz konusu olunca nelere başvurulmadı ki...
Örneğin “İslam Bankası” gündeme geldiğinde, “faiz”in “yasak” olduğunu belirten “ayet”e karşı hemen “yorum” yöntemi devreye sokulup -kısaca söylersek- “kazançtan pay” gibi bir “anlam” kaydırılmasıyla, “İslam Faizi” yaratılıp yürürlüğe konulmadı mı?
Kadın “moda” dünyasının bir bir ortaya koyduğu yenilikler; özellikle İslam ülkelerinin yönetici sınıfının kadınları için, gereken biçimde düzenlenip -gittikçe büyüyen bir ekonomi alanı olarak- “İslam Modası” yaratılmadı mı?
Bunun örnekleri önümüzde, “Hayrünnisa ve Emine” hanımlar...
Öte yanda; “İslam Şeriatı”nın sıkı bir biçimde uygulandığı “Suudi Arabistan”da, sanırım önceki yıl içinde “kadın”ların da katıldığı sınırlı bir yerel seçim yapılmıştı.
Ne var ki hemen ardından Suudi’lerin ünlü müftüsü “Abdurrahman Barrak”: “Seçim’ kadın ile erkeği eşitlediğinden dolayı ‘haram’dır!”, “fetva”sını vermekte gecikmeyecekti.
Oysa “seçim”lerin, “demokrasi” uygulamasının “ilk” basamağını oluşturduğu bilinir.
Ayrıca başta “kadın-erkek eşitliği” olmak üzere “demokrasi”nin temel taşlarından biridir “eşitlik”.
“Laik yaşam biçimi” de öyle, “evrensel hak ve özgürlükler” de.
“Demokrasi”nin -kısaca belirtilen bu yapısı karşısında bile- İslamlaştırılmasından, “İslam Demokrasisi”nden söz edilebilir mi?
Peki; temel eğitimini “İslami ilkeler” doğrultusunda yapan, yaşamı bu ilke ve uygulamalarıyla yoğrularak oluşan birlikte yaşadığı toplumu da, bu görüşe göre yapılandırmak isteyen bir ‘siyasetçi’den, “biri”nden, “evrensel insan hak ve özgürlükleri”ni kavraması, hele “düşünce özgürlüğü”nü anlayıp benimsemesi beklenebilir mi?
Böyle “biri”nin yani “R.T. Erdoğan”ın; “AYM”nin “Twitter yasağı”nı kaldırma kararı karşısında: “Uygulanır ama ben ‘saygı’ duymam!” demesi bu bakımdan tam da ona uygun bir yanıt olmamış mıdır?
“R.T. Erdoğan”ın bu yapısının bir başka dışa vurumunu da, sözde “Ergenekon Davası”nın başlangıcında, “Ben bu davanın ‘savcı’sıyım!” diye -bir bakıma- “efelenerek” ortaya koymasında görmüştük.
“Efelenmesi”nin nedeni; bir ülkenin “Başbakan”ı olarak, her şeye “kadir” olduğu anlayışıyla “erkler ayrımı”nı hiçe sayıp, “yargı”ya da “el” atabileceğini; karşısında hiçbir “engel” tanımayacağını dolaysiyle bir “Ulülemr” olduğunu bilmemiz (!) içindi... Ne dersiniz?
Sözde “ Ergenekon Davası”nın “savcı”ları da -bir bakıma- bu “Başsavcı”nın istekleri doğrultusunda “Atatürkçü” aydınların, askerlerin, yurtseverlerin; aileleriyle birlikte yaşamlarını karartmak, ayrıca dışardakilerin de kulağını çekmek için “yüz binlerce” sayfalık “sözde” bir “iddianame” hazırladılar...
Bilindiği gibi, bütünüyle “düzmece” delillere dayanan; us (akıl) ve mantık dışı, yer yer insanı acı acı güldüren dolaysiyle “duruşma”ları, “çadır tiyatrosu”nun gösterilerine dönüştüren bir “iddianame”ye dayanan bu mahkemeden çıkacak “sonuç” duruşmalar ilerleyince kendini belli etmişti.
Savunman “Nazlı Erol”un, savunma yaparken bir ara Yargıç “Haşıloğlu”na bakarak: “Siz bu iddianameyi tümüyle okudunuz mu?” sorusu öyle yerindeydi ki.
Gerçekten tüm “iddianame”yi, günde “8 saat” okuma hızı ile okumak için bile aylar değil “yıllar” gerekiyordu...
Değerli savunman “N. Erol”un “soru”su, her ne denli üzerlerine almasalar da başta, “Başkan” olmak üzere tüm “üye” ve “yedek” yargıçlar için de geçerliydi...
“Duruşma”larda gerek uygulanan “hukuk”a aykırılığa; gerekse “yargıç”ların bir “yargıç”tan beklenmeyen kimi çok üzücü tutumları karşısında, “insan”ın dayanma gücü yetmiyordu.
Duruşmaları izlerken öyle çok “utandım” ki, yalnızca duruşma salonundan çıkmak yetmezdi; birçok kez kendimi mahkeme binasının önünden geçen cadde de yürürken buldum... Bir de “sanıkları”, duruşmayı izleyen “eş”leri, “ana”ları, “baba”ları “çocuklar”ı düşünün... Yaşatılanlar ve sonuçlar -“gerekçe”yle birlikte- bir “Hukuk Katliamı” değil de nedir?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları