Hikmet Çetinkaya

FETÖ’nün müritleri...

14 Eylül 2017 Perşembe

Bir toplum yakın tarihini bilmeden hiç yaşayabilir mi?
Birinci Dünya Savaşı’nda düşman cephesinin en saygın patronu İngilizler değil miydi?
Hiç kuşkusuz!
İngilizler, Çanakkale’yi ele geçirmek için çok büyük çaba harcamışlardı.
1915’te denizden Çanakkale Boğazı’nı aşmak isteyen İngilizlerin amacı Marmara’ya girip İstanbul’a ulaşmaktı.
Amaçları neydi İngilizlerin?
Marmara Denizi’nden geçip Karadeniz’e ulaşmak...
Sonra?
Karadeniz’in yukarısında Rus Çarı’yla buluşmak.
İngilizler bu düşlerini gerçekleştirselerdi, 1917 Ekim Devrimi olmayacak, Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Sovyetler’le işbirliği yapamayacaktı.
Yakın tarihi bilmek çok önemlidir bu yüzden...
Saygın bilim insanı Prof. Dr. Bülent Tanör’ün “Kurtuluş ve Kuruluş” kitabını okuyorum üçüncü kez...
9 yıl önce yazdığım yazıdaki bazı ifadeler hâlâ güncelliğini koruyor.
Diyorum ki:
“30 Ağustos’u anlayabilmek için Çanakkale Savaşları’nı algılamamız gerekir.”
Tarih bilincinden yoksun toplumlar gerçekleri algılamaktan da yoksundurlar...
Tarihine ve kültürüne sahip çıkmayan bir ulus, emperyalizmin tuzağına düşer, büyük ve güçlü devletlerin tutsağı olur.
Mustafa Kemal Atatürk, bu tuzağa düşmedi, 30 Ağustos’ta emperyalistlere geçit vermedi.
Kurtuluş böyle gerçekleşti...

***

30 Ağustos 2008 tarihli yazımda şöyle demişim:
“Evet, bugün 30 Ağustos...
Neler yazmalıyım, hangi konulara değinmeliyim?
Laik demokratik Cumhuriyeti yıkmak için tuzak kuranlardan mı söz etmeliyim, yoksa ekonomiyi yönlendiren, bağımsız yargıyı, polisi, devleti kuşatmaya çalışan tarikat şeyhlerinden mi?”
Sıcak bir İstanbul sabahında yazıyorum yazımı...
Bir askeri zaferin ötesinde bir anlamı olduğunu belirtmek istiyorum 30 Ağustos’un...
Eğer bir yenilgi olsaydı Anadolu bölüşülecekti.
Halife ve padişah yerinde kalacak; şeriat hukuku toplumun bilincini karartacaktı.
Elbet konu buraya gelmişken Nâzım Hikmet’i anmadan geçemeyiz.
Şöyle gözlerimi yumdum, denizden karaya vuran imbatın esmesini bekledim.
Ne diyordu Nâzım?
Mustafa Kemal Paşa, alacakaranlıkta, bir çınar ağacının dibinde askerlerini seyrediyordu.
Sonra yürüdü uçurumun başına dek...
Eğildi ve durdu.
Bıraksalar, ince uzun bacakları arasında yaylanacaktı.
Karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı...
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu... Haşhaş tarlaları kocaman çiçek açmışlardı... Eflatun, kırmızı ve beyaz.
Akarçay, Gediz Irmağı ve Kocatepe’de ihtiyar ve yaşlı bir bayır.
Yıldızlar birbirleriyle konuşuyordu o gece...
Ne ağaç sesi ne de kuş sesi vardı...
Gözlerim denize çevriliydi ve dalıp gitmiştim tarihin derinliklerine...
Ve devam etmişim:
“.....
Laiklik, tarikatlar, ABD ve AB ilişkileri...
Fethullah Gülen ve müritlerinin... Gün Nakşilerin, Süleymancıların...
Dine bağlı sosyal yaşam biçimi giderek ağırlık kazanıyor. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının canları ve kanlarıyla kurdukları Türkiye’de.
Ve Fethullah Gülen salt ekonomiyi değil siyaseti de yönlendiriyor.”
Bir güç FETÖ...
Ergenekon davasıyla sarsılıyor Türkiye...
Yıllar çabuk geçiyor...

***

17/25 Aralık’ta ipler kopuyor, ardından alçak, hain kanlı darbe kalkışması oluyor...
Darbe girişiminde bulunanların karşısına halk çıkıyor. Kanlı kalkışma amacına ulaşamıyor.
TSK’den emekli tarikatçı paşaları konuşturup halkın kafasını karıştırıyordu o zamanlar FETÖ.
Ne dersin eli kanlı Fethullah Gülen...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları