Hikmet Çetinkaya

Acımızı tırnağımızla kazıyacağız...

09 Temmuz 2017 Pazar

Gece sessizce soluk alıp veriyor olmalı....
Hayat kendi akışı içinde. Zamana yenik düşen biz, kendi öykümüzü yazıyoruz.
Yıllar çabuk geçiyor...
Kareli defterimde yazılanlara bakıyorum göz ucuyla.
Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgi, özgürlük kavramı, insan olmanın erdemi...
Nereden başlasam, nerede soluklansam, nerede bitirsem!..
Gözlerimi yumuyorum.
Ulucanlar Ankara Merkez Cezaevi’nde otomatik silahlarla öldürülen 10 tutuklu ve hükümlü, ailelerine teslim edilmiş.
Eylül 1999...
Cenazeler aynı gün toprağa verilmiş...
Silahsız, savunmasız, demir parmaklıklar arkasındaki insanların boğazları kesilerek, kurşunlanarak katledilmesi bir vahşet değil midir?
18 yıl önce böyle başlamışım yazıma...
Bir soru sorup soruma yanıt arıyorum.
Cezaevlerinde yaşanan katliamı protesto eden kimi demokratik kitle örgütlerine, siyasi parti temsilcilerine karşı polisin takındığı tavır gerçekten düşündürücü.
ÖDP İstanbul il örgütü üyeleri, DSP’nin önüne siyah çelenk bırakmak istiyor ama polis buna orantısız güç kullanarak engel oluyor.
Ve devam ediyorum yazıma:
Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir, Türkiye’de siyasi partiler yasaların ve anayasanın koruması altındadır.

***

1999 yılında cezaevlerinde koğuş sistemi vardı. 50- 60 kişilik koğuşlarda 250-300 tutuklu ve hükümlü kalırdı.
Tutuklu ve hükümlülerin istedikleri neydi o yıllarda:
“Biz cezamızı çekerken ya da cezamız kesinleşmeden tüm özgürlüklerimiz ortadan kaldırılıp bize niçin çağdışı uygulamalar yapıyorsunuz? Niçin bizlerin ölümcül sonuçlar doğuracak hastalıklarımıza karşı önlem almıyorsunuz?”
O yıllar tutuklu ve hükümlülerin şikâyetlerinin başında akciğer, karaciğer, kas erimesi gibi hastalıklar geliyordu.
Yaşları ise 18-20 arasıydı...
Biraz daha geriye gidiyorum...
80’li yılların sonları.
İnkılap Dal’ı daha önce yazmıştım anımsayabilirsiniz...
O 22 yaşında bir hükümlüydü ve Aydın E Tipi Cezaevi’nde yatıyordu. İnkılap, kan kanserine yakalanmıştı. Zindanda tedavisi çok zordu.
Kamuoyu oluşturuldu.
İnkılap Dal, cezaevinden tahliye edildi...
Bir gün İzmir’de Cumhuriyet Bürosu’na geldi.
Elinde küçük bir saksı...
Saksılarda mor menekşeler...
Onları satarak hayatını kazanıyordu.
Sanırım bir öğretmen çocuğuydu.
İnkılap’a sormuştum:
“Hayat nasıl gidiyor?”
Gözleri buğulandı....
İnkılap:
“Ayakta kalmaya çalışıyorum, tedavimi çok geciktirdim.”
Ölümsüzlüğe sırtını dönen bir akşam yıldızının sessizliği içindeydi.
Umutların bittiği, anıların yıkıldığı bir ormanda, karanlık, gecelere varılmış saatleri bekleyen bir ağaç gibiydi.
Varlığın yetişemeyeceği gelecek zamanlarda koşmaktan yorulmuştu İnkılap Dal.

***

İşte böyle Sevgili Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör...
Sizler hücrede 252. günü doldurdunuz...
Sevgili Ahmet Şık 191, Emre İper 93 gündür içeride.
Zaman sessizliğin içinde bir yaslı ırmak gibi akıp gidiyor.
8.5 aydır birbirinizi göremediniz.
Alıç çiçeğinden tanelenmiş sevecenliğimizi karanlık yüzlere gösterebilecek miyiz?
Yitip gitmiş bir evren için nice ufuksuz deryaları aşıp, sırsız bir ayna karşısında umudun çığlığını yükseltebilecek miyiz?
Sizleri çok özledik çok!
Alanlarda çoğalacağız, alanlarda kaybolan yaşamın izlerini bulmaya çalışacağız.
Bir türkü olacağız çağlayanlar gibi özgür; acımızı hayat defterine tırnağımızla kazıyacağız...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları