Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Suriye’de umut yok

30 Aralık 2024 Pazartesi

Suriye’de Esad rejimi yıkıldı. Suriye’nin çok kültürlü yapısını, etnik mozaiğini kucaklayan özgür, eşitlikçi bir gelişme hattı üzerinde toplumsal yaşamı yeniden kurma fırsatı doğdu. 

Suriye’nin son 50 yılında yaşanan baskı ve terörü, Irak yıkıldıktan sonra yayılan IŞİD vahşetini, “Arap Baharı” olaylarının yarattığı düş kırıklığını, Suriye iç savaşı felaketini, nihayet Esad rejimini yıkan güçlerin ideolojisini düşününce, bu iyimserlik hemen yok oluyor, yerini bir imkânsızlık duygusuna bırakıyor. Peki, tarihte, toplumsal ilerleme atılımları, devrimler hep “imkânsızı” arzulayanların eliyle gerçekleşmedi mi? Evet ama önce “gerçekçi” olmak koşuluyla: Var olan gerçekliği değiştirebilmek için önce onu doğru tanımlayabilmek gerekiyor. 

SURİYE GERÇEKLİĞİ

Suriye “gerçekliğini”, üç vektörün bileşkesi olarak düşünebiliriz. 

1) Ülkenin iç dinamiği 

2) Ülkeyi kucaklayan jeopolitik dinamikler 

3) 50 yıllın sosyopsikolojik mirası 

(1) Suriye, “Sykes-Picot” anlaşması gibi bir emperyalist iradenin elinde çok kültürlü, çok etnik gruplu, emperyalist müdahalelere açık ve asla istikrara kavuşamayacak bir biçimde kuruldu. Bu içinde Arap ve Kürt halkları, Ermeniler, Aleviler, Sünniler, Dürzüler, Hıristiyanlar gibi dini cemaatler olan bir yapıntıydı. Özel mülkiyete dayalı toplumlar, tarihin sunduğu zemin üzerinde kendi içlerinde, ekonomik siyasi ve kültürler/ dinler/etnik gruplar arası hiyerarşiler oluştururlar. Tarih, bize ne kadar adaletsiz olursa olsun zaman içinde belli bir iç dengeye ulaşan bu toplumları bir arada tutan devlet yıkılınca, kurulu hiyerarşilerin bastırdığı öfke, kin ve diğer adaletsizlik duyguları, intikam arzuları hızla serbest kalıyor; yeniden bir dengeye ulaşmak hem çok zor oluyor hem de uzun sürüyor; hatta bazen mümkün olmuyor. Suriye işte tam da bu noktada. 

(2) Söz konusu devletin yıkılması sürecinde onu kucaklayan jeopolitik dinamikler de rol oynuyor. Bu alandaki aktörlerin toplumun dinler, cemaatler, etnik grupların arasındaki çelişkilerini, farklılıklarını kullanarak yapacakları müdahaleler de gerçekliğin bir parçasıdır. Suriye bağlamında, Türkiye, İsrail ve ABD başta olmak üzere, Sünni Arap Petro devletleri, daha uzaktan Rusya ve Çin gibi büyük güçler, Ürdün ve Lübnan gibi küçük, kırılgan “güçler” kendi kısa ve uzun dönemli çıkarları doğrultusunda, sürece katılılıyorlar. El Nusra, IŞİD, YPG ve Esad ordusundan kalanlar gibi devlet olmayan aktörleri de Suriye gerçekliğinin jeopolitik boyutunun parçaları olarak düşünmek gerekir. 

Bugün Suriye’de yeni “düzeni”, HTŞ adlı bir aktör/ grup kurmaya çalışıyor. Bu aktör, tarihsel ve kültürel pratiklerinin kurucu etkilerinden, dolayısıyla El Nusra ve IŞİD mirasından soyutlanarak düşünülemez; bileşenlerinin kısa bir dönem içinde değişebileceğine ilişkin iddialar ciddiye alınamaz. Öyleyse, Sünni radikal İslamcı terörist bir grubun düzen kurma çabaları da gerçekliğin jeopolitik boyutunun bir parçasıdır. 

EPİGENETİK TRAVMA

Nihayet son derecede önemli ama hemen her zaman unutulan bir etken, “epigenetik travma” da Suriye gerçekliğinin 3. vektörünü oluşturuyor: “Epigenetik travma”, bir kişinin yaşadığı travmatik deneyimlerin, genetik kodda bir değişiklik olmaksızın, genlerin işleyişinde değişikliklere yol açarak sonraki nesillere aktarılabilmesi durumunu ifade eder. “Epigenetik travma”, genetik mirasın sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik deneyimleri de içerebileceğini gösterir. 

Daha iç savaş başlamadan önce Suriye toplumu, baskıcı bir rejimin altında, tutuklanma, işkence, bir yakınını “Muhaberat”ın elinde kaybetme gibi büyük travmaların yanı sıra, yıllar boyunca, biteviye tekrarlanan, günlük ekonomik, etnik, siyasi çaresizlik, aşağılanma gibi küçük ama birikimli travmaların şekillendirdiği insanlardan oluşuyordu. “Sosyal sermaye” (bireylerarası ve bireylerle kurumlar arası güven, gelecek umudu) ya çökmüştü ya da çok zayıflamıştı. İç savaş bu büyük ve küçük travmaları çok daha ağırlaştırdı, toplumun “sosyal sermayesini” yok etti. 

Şimdi bu “travmaların toplumunu”, bizzat kendi üyeleri büyük travmalarla şekillenmiş bir aktörün kurabileceğine inanmamız isteniyor. Bu da tarihin bir ironisi olsa gerek. Gerçek şu ki Suriye’de umut yok, daha uzun bir süre de olmayacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

2024’ten 2025’e 2 Ocak 2025
Suriye’de umut yok 30 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları