Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Kazanın İçindeki Kurbağa

06 Ağustos 2014 Çarşamba

Pazartesi yazımı, “Umarım, bu ‘Yeni normal: küresel kaos’, ‘iyi ulusalcılık’, ‘iyi emperyalizm’ tartışmalarının nereye gittiğini görüyorsunuzdur, kaosun yanı başında yaşayanlar olarak...” sorusuyla bitirmiştim. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu sorunun cevabına ilişkin pek umutlu değilim; hem küresel ölçekte hem de Türkiye bağlamında...
Genel havamızı, gerek küresel çapta gerekse de Türkiye’de, yavaş yavaş ısınan kazanın içindeki kurbağanın durumuna benzetiyorum. Yaklaşık 15 yıldır su yavaş yavaş ısınıyor, biz de ısınmanın getirdiği rehavetin keyfini çıkarıyoruz. Serbest ticareti savunduk, neo-liberalizmin, internetin getirdiklerine, yeni haberleşme ve bilgi işlem teknolojilerine bayıldık. Bu “harika şeylerin” iklim, doğal kaynaklar, devletler arası ilişkiler, çalışan nüfus, mali piyasalar, bireysel özgürlükler, kişi özeli üzerindeki etkilerini düşünmek istemedik.
Bu sırada Siyasal İslamın ılımlı kanadını destekledik, demokratikleşme, vesayetten kurtulma fantezileriyle... Ancak radikalizmin nasıl beslendiğini, militanlarına yaşam alanı açıldığını, aydınlanma geleneğine saldıran, postmodernizmin arkasından reaksiyoner aşiretçiliğin (dinci fanatizmin, etnik ulusalcılığın) geleceğini söyleyenlere kulaklarımızı kapadık.
Şimdi, Avrupa’da “Ukrayna krizi”, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri kazandaki suyun ısısını, dışarı sıçramaya olanak vermeyecek noktaya yükseltebilecek özellikler taşıyor. Unutmamak gerekir ki tarih, büyük çabalarla kazanılmış, ama bir anda yitirilen özgürlüklerin, uçuruma gözü kapalı yürüyenlerin, çökmüş uygarlıkların mezarlarıyla doludur.
Genelde ve özelde...
Yüz yıl önce, 1913 yazında hava, 1914 Ağustosu’nda başlayan savaşın başyazısını pazartesi günü yeniden yayımlayan The Times’in anımsattığı gibi geride bıraktığımız yıllarınkine çok benziyordu: Hızla ilerleyen küreselleşme ve değişim rüzgârı, tren, otomobil, hatta uçaktan “telsiz haberleşme” teknolojilerine kadar dünya halklarını, ekonomilerini birbirine bağlayan gelişmeler, gittikçe daha bütünleşen bir dünya yaratıyordu. Birçok yazar, ortak refahı tehdit edeceğini düşünerek savaşın imkânsız olduğuna inanıyordu. Mucit Guglielmo Marconi telsiz çağında savaş fikrini gülünç buluyordu. Biz de internetin çelişkisiz, sürtünmesiz (friksiyonsuz) bir dünya yarattığına inanan Bill Gates’i düşünebiliriz.
Genel gidişata ilişkin, Ukrayna krizi üzerinde durmayacağım. NATO’nun kendine “hibrid savaşlar”, “Avrupa’yı korumak” söylemleriyle nasıl yeni bir misyon edinmeye, kimlik ve enerji kazanmaya başladığını anımsatmakla yetineceğim.
Özel gidişat çok daha acil bir durum sergiliyor. Irak-Suriye alanında IŞİD olgusu tüm şiddetiyle, insanlığın yüzlerce yıllık mirasını yıkarak, Türkiye sınırlarına, Kürt topraklarına doğru yayılmaya devam ediyor.
Birçok yorumcu, İslamcı AKP hükümetiyle IŞİD arasındaki yakın bağlara bir süredir işaret ediyor, kanıtlarını sergiliyor. Tutsak diplomatlar krizi bağlamında da AKP dış politikasına ilişkin birçok şey söylendi. Şimdi bu krizin seçim malzemesi yapılacağını, bu bağlamda IŞİD ile ilişkilerin daha da güçleneceğini düşünen yorumlar yayımlanıyor.
Ve yine tam bu sırada IŞİD Türkiye içinde başını kaldırıyor, gazete sayfalarına, ekranlara giriyor. Yayınlarıyla, tehditleriyle, cami yangınından kahvehane saldırılarına, Ömerli’deki kitle gösterisine, kimi eylemlerde IŞİD imzası olduğu söyleniyor. Kısacası dün adı bu ülkede duyulmayan, kanlı bir örgüt, AKP hükümetinin iç ve dış politikaları sonucunda günlük yaşamın içinde giderek yerini alıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bu ortamda girerken, kimi dostlarımız, bu seçimlere, adayları beğenmediklerinden, akıllarındaki saf dünyadan çıkıp gerçek dünyanın çamuruyla kirlenmemek için, katılmamaktan yanalar. Bu arada sol hareketin bir yapısı TKP bölünüyor, bir başkası HDP ile anlamsız ama son derecede tehlikeli olasılıkları gündeme getiren bir kavgaya tutuşuyor... Siyasal İslamın gazete editörleriyse “Yüz yıl sonra başlayan Türkiye devriminden”, “yüz yıllık tortulardan, kamburdan” kurtulmaktan, tasfiyeden söz ediyor...
Bitirirken bir kez daha vurgulamak istiyorum: Tarih, büyük çabalarla kazanılmış, ama bir anda yitirilen özgürlüklerin, uçuruma gözü kapalı yürüyenlerin, çökmüş uygarlıkların mezarlarıyla doludur; ve de saflığını korumaya çalışırken felç geçiren “güzel ruhlar”ın beyaz kemikleriyle...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları