Güç çürütür

12 Haziran 2023 Pazartesi

Nihayet, 12 gün sonra konuşmaya cesaret edebilen Kılıçdaroğlu’nu sorulara cevap vermeye çalışırken izleyince aklıma, “İktidar çürütür” sözü geldi. “İktidarsızlık” da çürütebiliyormuş. Kılıçdaroğlu’nun sözde cevapları üzerine birkaç şey söylemeden önce, gelin “bağlamını” tanımlayalım

BAĞLAM ANLAMI BELİRLER

CHP’nin başına, bir kaset olayıyla gelen Kılıçdaroğlu, o günden itibaren bu son seçimlere kadar hep aynı siyasi taktiği izledi: Etrafına topladığı “acayip” danışmanlarının aklına uyup, siyasal İslamın seçmeninden oy alabilmek için, laik Cumhuriyetçi, halkçı tabanını ihmal ederek, CHP geleneğinden uzaklaşarak, siyasal İslamın söylemine yakınlaşmaya çalıştı. Sonunda CHP bir geleneği ve bir gelecek projesi olmayan bir yapıntıya dönüştü. 

Son seçimlere kadar her yenilgiden sonra yeniden canlanan bu taktik, farklı bir sonuç alma umudunu hep boşa çıkardı. Son seçimlerde Kılıçdaroğlu daha da ileri gitti. Siyasal İslamın ve şoven milliyetçiliğin söylemlerine daha da yakınlaştı. Bu kez yenilgi daha derin oldu. Kılıçdaroğlu, sayesinde CHP listesinden Meclis’e giren ve hemen rejimi kutlayarak işbirliğine hazır olduğunu açıklayan siyasal İslamcı tipler sayesinde bugün Meclis’te, anayasayı değiştirerek “süreç olarak faşizmi” tamamlayacak bir milliyetçi mukaddesatçı cephe olasılığı şekillendi. Böylece Kılıçdaroğlu, yalnızca Cumhuriyetin, CHP’nin geleneğine değil, aynı zamanda, başta kadın hakları olmak üzere haklar ve özgürlüklere yönelik yaşamsal tehlikeyi de desteklemiş oluyordu. 

Yukarıdaki manzara, Kılıçdaroğlu’nu ve CHP liderliğini, Einstein’ın gözünde “deli” kategorisine sokuyor. Ne yazık ki gerçek daha karmaşık: Geleneğinden uzaklaşarak, sürekli siyasal İslamın söylemine yakınlaşarak, kimliğini kaybederek ilerlemeye çalışırken, CHP siyasal İslamın giderek “süreç olarak faşizme” dönüşen rejimi karşısında bir “meşrulaştırma makinesi” oldu. 

Bu son cümle, aynı zamanda, sol hareketin seçenek yaratmaktaki başarısızlığıyla, muhalefeti CHP’ye mahkûm etmiş olmasıyla ilgili bir “kronik krizine” de işaret ediyor.

‘DEMOKRASİNİN GEREĞİ’ VE DİĞER FANTEZİLER

Kılıçdaroğlu, “Her şey benim açımdan doğruydu. Bir pişmanlık söz konusu değil” diyor. Yaptıkları “demokrasinin gereği”ymiş. Peki, rejimin güçler ayrılığını imha etmiş, medyayı tekeline, YSK’yi etkisi altına almış, güvenlik güçlerini “siyasallaştırmış” olması, son andaki “karartma altındayım” gözyaşları, sandıklarda yaşanan hile hurda, zorbalıklar ne anlama geliyor? Tüm bu manzaranın karşısında hâlâ “demokrasinin gereği” gibi laflar etmek, “hangi demokrasi” gibi absürt bir soruyu gündeme getirmekten öte var olan rejimi “demokrasi” olarak betimlemiş ve meşrulaştırmış olmuyor mu? 

Gelinen noktada, çürümeye bir de “koltuğunda” kalabilmek için absürt fantezilere sığınma çaresizliği ekleniyor: “Ağır bir yenilgi almadık. Tabloyu ağır yenilgi olarak görmeyi asla kabul etmem” Rejimin geleceğinin oylandığı bir seçimde yenilginin derecesiyle uğraşmak saçmalıktır. Rejim bu seçimlerle kendini konsolide ederken Kılıçdaroğlu’nun yenilgisinin ne kadar hafif ya da ağır olmasının, “Öyleyse ben devam edebilirim” bencilliğinden öte zerre kadar anlamı yoktur.

Diğer taraftan ne yazık Kılıçdaroğlu’nun yerine ismi aday olarak geçen kişilere bakınca biraz daha sağ, biraz daha genç, biraz daha karizmatik versiyonlar adeta kâbus gibi geliyor. İnsanın da CHP için, “Ne yerse yesin” diyesi...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları