Darbeden sonra: Hubris ve Nemesis

04 Ağustos 2016 Perşembe

AKP’de temsil edilen Siyasal İslamın en büyük fantezisi başarısız darbe girişiminden sonra gerçekleşiyor. Gerçekleşmenin hızı baş döndürüyor türlü halüsinasyonlar üretiyor: “Artık tüm dünya için Obama’nın ne dediği değil; Recep Tayyip Erdoğan’ın ne dediği önemli. New York Times’ın makalesinin, The Economist’in kapağının cehenneme kadar yolu var; artık Yeni Şafak ne diyor, tüm dünya ona baksın.” Karşımızda vahim bir hubris (Tanrıların karşısında Hubrise -abartılı bir kibre- kapılanları, tanrı Nemesis cezalandırır) var.

‘Son aşama’
Anlaşılan, Siyasal İslamın “pasif devrim” sürecinin, tamamlanması için gereken tasfiyelere, yeniden yapılandırılacak kurumlara ilişkin kapsamlı bir hazırlık yapılmış. Ancak toplum bunların uygulamasına hazır değilmiş.
Aklıma, 1998’de “Neo-con”ların hazırladığı o ünlü raporu geliyor. Rapor radikal bir dış politika adımı (imparatorluk fantezisi) tasarlıyor, ancak halkın, sarsıcı bir olay olmadan bunu kabul etmeyeceğini vurguluyordu. Bu raporun yazarları Bush yönetiminde dış politika ve savunma kurumlarında egemen oldular, El Kaide sayesinde, 11 Eylül 2001’den sonra fantezilerini yaşamaya başladılar. Her fantezi her zaman bir düş kırıklığına, müstehcen (Bkz: Irak, İslamcı terör) durumlara yol açar. Onlar, bir anlamda şanslıydılar; fantezinin yaşandığı mekân ABD’den çok uzaktaydı.
Türkiye’deki başarısız darbe girişimi de Siyasal İslama “pasif devrimi” tamamlayabilmesine uygun toplumsal ortamı sundu. Ne ki, bu kez fantezinin yaşandığı mekân uzakta değil, ülkenin bizzat kendisi.

Bu yıkım yaratıcı değil
Ünlü “yaratıcı yıkım” kavramı, planlı programlı bir sürece değil, birçok çelişkinin, dinamiğin kesişerek oluşturduğu öznesiz, ardışıl yıkımlardan ve yeni şekillenmelerden oluşan kapitalist bir sürece ilişkindir. Ekonomik krizlerde böyle bir süreç gündeme gelir.
Bir siyasi iradenin, bir devletin kurumlarının kadrolarını tasfiye etmesi ya da bir ekonomiyi yıkarak yerine yenisini birkaç hamle ile kurabileceğine inanması, maliyeti çok yüksek bir yanılgıdır. Bu bağlamda, SSCB çöktükten sonra hızla devreye giren neo-liberal reformların, Putin ve KGB duruma el koyana kadar geçen 10 yıl içinde yarattığı yıkım önemli bir örnektir; beklenen yaratıcı aşama da gelmemiştir.
Darbe girişiminin ardından, AKP insan haklarını askıya aldı, o güne kadar tam olarak egemen olamadığı kurumların içini hızla boşaltmaya, egemen olamayacağını düşündüklerini de yeniden yapılandırmak üzere yıkmaya başladı.
Bu noktada sürecin iki boyutu böyle bir yıkımın çok büyük sorunlar yaratacağını gösteriyor. Birincisi, yeniden yapılanmanın (eğitim kurumlarına, güvenlik istihbarat aygıtına verilen özel önemden görüldüğü gibi) Siyasal İslamın iktidarına uygun “yeni insanı” yaratmayı amaçladığı anlaşılıyor. İkincisi, Türkiye kapitalizminin birikim süreci, üretim - tüketim - yatırım için gereken talep; ihracat için gereken girdiler açısından uluslararası sermayenin mal ve fon akımına bağlıdır. Bu bağların tüketici beğenilerine, yatırımcı davranış ve beklentilerine ilişkin kültürel koşulları, ait olduğu bir uluslararası güvenlik sistemi vardır.
Birinci ve ikinci boyutların arasında uyum sağlanması, en iyimser ifadeyle uzun karmaşık bir değişimler sürecini gerektirir; gerçekçi bir ifadeyle, aslında olanaksızdır. Bu yüzden devlet terörüne, “sivil orduların” operasyonlarına hedef olmaya kendimizi hazırlayalım. Suudi Arabistan, İran gibi büyük mali kaynaklara sahip olan ülkelerin egemen sınıfları bu uyumu başaramadılar, şimdi ister istemez, büyük riskler alarak, o kültürel koşullara açılmaya başladılar. Onlar dönerken AKP o tarafın imkânsız ufkuna yelken açma telaşı içindedir. Telaş hız değildir: en fazla “Hubris”in ardından Nemesis’in gelişini hızlandırır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları