Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

2024’e girerken (5) Kültür savaşları daha da sertleşecek

28 Aralık 2023 Perşembe

ABD ve Avrupa’da, 2024’te “süreç olarak faşizm” hızlanırken “kültür savaşları” daha da sertleşecek. 

POSTMODERNİZM, NEOLİBERALİZMDEN SONRA...

Postmodernizm ve neoliberalizm, genel olarak toplumda özel olarak emekçilerde, 1970’lerde egemen olan “bilişsel harita”yı olduğu kadar krizdeki sermaye birikim rejiminin kurumlarını da yıktılar. Böylece, toplumda “kapitalist gerçekçilik” (“Başka bir dünya mümkün değildir” inancı) yerleşti. Bu iki akımı daha önce çok tartıştık; rasyonellik, ilerleme, evrensellik ve nesnellik gibi modernitenin varsayımlarını ve değerlerini sorguladıklarını, “tutarlı ve istikrarlı bir hakikat” fikrini reddettiklerini, toplumsal çıkarı değil bireyin çıkarını yücelttiklerini anımsamakla yetinelim. 

2000’lerde her iki düşünce akımı da gerilerken oluşan “zamanın ruhu” içinde, örneğin bilimkurgu alanına bakarsak ütopyanın yerini distopyanın alması, bugüne nostalji (var olanı kaybetme korkusu) uyandıran “dünyanın sonu” filmlerinin yaygınlaşması boşuna değildir. Madalyonun bir yüzünde, geleceği iptal edilmiş bir “bugün nostaljisi” varsa öbür yüzünde de yaşamı geleceğe doğru yönlendirecek ilkeleri üretemeyen tükenmiş bir toplumun “anlam krizi” var. Bunun izlerini de kültür endüstrisinin, özellikle finansal krizden bu yana ürettiklerinde görebiliriz. Bu bağlamda, amaçtan, anlamdan yoksun, topluca ama toplumsallaşamadan doymak bilmez bir tüketme arzusuyla dolaşan “zombi” ilginç bir örnek oluşturur. Dahası zombi simgesinin içinde, ölüm (Zombi canlı değildir), açlık (Sürekli açtır), salgın hastalık (Bulaşıcıdır), savaş (Hiç durmadan saldırır) kavramlarının hepsini bulabiliyoruz (John Vervaeke, Mastropietro Miscevic, 2017). Ve Batı (beyaz Hıristiyan) insanının, anlam “krizi içinde” bunları, savaş, pandemi, küresel ısınma tehlikeleriyle, “yaşam alanına girmesi önlenemeyen” göçmenlerle, yabancılarla ilişkilendirmekte olduğunu kolaylıkla görebiliriz.

ABD ve Avrupa’da genel olarak sol bu “anlam krizine”, bugüne kadar, geleceği yeniden düşünmeye olanak verecek programlarla, eylemlerle etkin, bir cevap üretemedi; “bugünden” daha geriye bakan bir nostalji ve melankolinin etkisinden kurtulamıyor olmasının da bir etken olduğunu düşünüyorum ama bu başka bir yazının konusu.

RÜZGÂR SAĞDAN ESİYOR

Yukarıda kısaca betimlemeye çalıştığım “bugüne nostalji”ye (var olanı kaybetme korkusu) ve zombi simgesinin içerdiği korkulara ABD ve Avrupa Birliği’nde, faşist eğilimli hareketler, küresel ısınmayı yadsıyarak, pandemi riskini azımsayarak, göçmen tehlikesini abartarak, savaş korkusunu milliyetçilik ve ırkçılıkla körükleyerek etkin biçimde cevap verebiliyorlar. 

ABD’de 2016’da Trump seçildikten sonra toplumsal kutuplaşma her yıl biraz daha derinleşti. Hıristiyan milliyetçiliği (Yalnızca Hıristiyan göçmen alırız), beyaz üstünlüğüne dayalı ırkçılık, tüm uzmanlara (eğitimlilere-bilime) yönelik nefret, Nazi motifleriyle “zenginleşen” bir söylem, açıkça sergilenen bir şiddet eğilimi giderek güçlendi. Tüm o korkular karşısında düşmanları ezecek, aykırı sesleri susturacak güçlü lider arzusu da... Kasım seçimlerine işte böyle gidiliyor ve sol hiç hazırlıklı değil.

Avrupa’da hemen her ülkede faşist eğilimli, ırkçı, Müslüman düşmanı hareketler, finansal krizden bu yana güçleniyorlar; 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde herkesi şaşırtan bir başarı kazanmışlardı. Bu yıl seçimlere çok daha güçlenmiş olarak birbirleriyle eşgüdüm içinde giriyorlar. Göçmenler, merkez partilerin beceriksizliği, “bencil seçkinler” gibi yerleşik nefret nesnelerine, bir yenisi eklendi: Avrupa’da ama özellikle Almanya’da faşist hareketler, muhafazakâr partiler, Gazze’de Filistin halkının, İsrail’in saldırısı altında yaşadığı felaketi ve haksızlığı dile getirenleri, esas olarak sol hareketleri, sol eğilimli Yahudileri, antisemitizm ile suçlayarak susturmaya çalışıyorlar.

Özetle, “süreç olarak faşizm” (Türkiye’de olduğu gibi) kültür savaşları üzerinden ilerliyor. Bu ilerleyiş karşısında sol, bir önceki dönemin (1917-1989) anılarının yükü altında (bazen nostalji, bazen melankoli, bazen de kimlik korkusuyla) kültür savaşlarına uygun politikaları, çalışma tarzını geliştirmekte çok zorlanıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları