Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Onur mücadelesi
Zalimler zalimi satrap takma gözlüdür. Günün birinde yaverine, “Söyle bakalım, hangi gözüm gerçek, hangi gözüm takma?” diye sorar. Yaver, şakkadanak takma gözünü işaret eder: “Bu gözünüz efendim?” Oysa satrap, takma gözünün doğal göründüğüne emindir. Şaşkınlıkla, “Nerden anladın?” der. Yaverinin verdiği yanıt kinayelidir: “Takma gözünüz daha şefkatli bakıyor, efendim.” Hakikat, hangi şartlar olursa olsun kendini belli eder. Bundan sonrası satraba karşı direnen zavallı yaverin trajik öyküsüdür. Günümüzde ise hakikatin savaşçısı gerçek gazeteciler ve onların yaşadığı ıstıraptır.
***
Nedense faşizmi iki dünya savaşı arasında yaşanmış bitmiş bir rejim olarak adlandırma eğilimi her zaman baskındır. Çünkü kapitalist iktidar sahiplerinin, Nazi ya da Mussolini’ye karşıtlık üreten söylemlerden popüler sanat ürünlerine kadar geniş bir yelpazede yaşananları geride kalmış bir olgu olarak göstermesi işine gelir. Ya da Avrupa’nın göbeğinde kimi eylemleri marjinal gruplara atfederek kısa yollu bir kurtuluş içine pekâlâ girilebilirler. Ancak günümüzde faşizmin kapitalizmle el ele tutuşarak kendi gücünü ve dayanağını başkalaştırarak muazzam derecede modernleştirdiği, binbir çeşit yüzle karşımıza çıktığı unutulmamalıdır. Artık klasik tarzda, gaz odalarında milyonların imha edildiği bir faşizm beklemek algının başka yöne kaymasına hizmet eder. Faşizm yerleşmiş, kapitalist düzencilerinin rahatını bozmamak için zaman zaman din ya da milliyetçilik sosuyla söylemsel bir algı yönetimine imkân tanır. En önemlisi de örgütlenme hakkına balta indirir.
***
Ülkemizde örgütlenmeye dair kazanımların, mesela Kemal Türkler öncülüğünde DİSK yapılanmasının ya da 15-16 Haziranlardaki emek hattının, 12 Eylül ve sonrasındaki süreçte aldığı büyük tahribatları ve yaraları sürekli konuşuyoruz. Ancak çok uzun zamandır kamusal hayatın olmazsa olmaz unsurlarının, örgüt ve eylem gibi hakların kriminalleştirilmesine itiraz da edemez hale geldik. Attilâ İlhan, “Sokağa çıkma yasağı” şiirinde yazar: “Sokaklar vahim bir tenhalığa çıkıyor!” Çok açık ki, her sınıftan insanın gelip geçtiği kamusal alanlar anayasada yazmayan suç tanımlarıyla ıssızlığa gömülüyor.
***
Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada örgütlenme hakkına dair klasik eylem modelleri yerine bambaşka fikirlerin ortaya atıldığı, sivil itaatsizliğin getirileri neler olabilir, gibi soruların sorulduğu farklı zamanlardan geçiyoruz. Bugün gelişen dünyayı ve ülkemizdeki sınıfsal dönüşümleri yüzyıl öncesindeki gibi yorumlayabilecek konumda değiliz. Son zamanlarda Anadolu’da bile neredeyse her ilde bulunan organize sanayi bölgeleri, yerel siyaset eşrafının işe ustalıklı dahil edilmesiyle düşük ücretli çalıştırmadan, kaçak çocuk işçiye, şantaj olarak kullanılan güvenlik takibinden, doğayı tahribe uzanan geniş sorunlarla karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla yalnızca metropollere özgü işçi modeli yok hayatımızda. Yeni dünyada özellikle taşrada kurulan fabrikalarda göçmen işçi çalıştırmadan sosyalleşmesini tam olarak gerçekleştirememiş kesimin işgücü olarak kullanılmasına uzanan kirli bir düzen hayata geçiriliyor. Bu noktada da sendikalaşmaya sekte vuruluyor.
***
Kim ne derse desin, dünya tarihinde sokak aynı zamanda toplumsal hareketin bir anlamda örgütlenmenin başlangıç noktasıdır. Bu noktada ise cezbedici olan kent güvenliği düşüncesidir. 19. yüzyıl Avrupa’sında burjuvazinin hakim olduğu mahalleler sokak lambalarıyla donatılmıştır. Büyük şehirlerin çeperleri ise karanlığa dolayısıyla “kim vurduya gitmeye” mahkûm edilmiştir. Her türlü kirli işin dönmesine müsaade buyrulmuştur da diyebiliriz. Bu nedenle sokak hareketini başlatanlar kendilerini güvenliksiz alana itenlerden, hapsedenlerden öç almaya çalışır. Öncelikli olarak sokak lambalarını intikam nesnesi olarak seçerler kendilerine. Fransız şairi Nerval, düşlerin içinde yaşayan ayrıksı bir adamın şiirlerini yazar hep. “Bir kadın var şatonun geniş penceresinde,/ Kara gözlü ve kumral, belki de tanıdığım/ Bir kadın, geçmiş zaman esvapları içinde/ Belki başka yaşamda görüp, anımsadığım!” Çok küçük yaşta kaybettiği annesiyle gönlüne giren kadınları birleştirir âdeta. Ama girdiği bunalım sonucunda bir sokak lambasına asar kendini. Aslında ölürken yoksulların yanında konumlanmak istemiştir. İşte bir önceki yüzyılın romantizmi böylesine aşkınlıklarla kendine alan açar. Bugünün dünyasında küçük taşkınlıklar bile, hele ülkemizde, yerindesizlik olarak kabul görüyor. Çünkü insanı tekilleştirip elinden onurunu alacak bir yapı inşa ediliyor.
***
Şefkatsiz yönetimler, insan onurununda perişan edilmesine imkân sağlar. Ayrımcılık yasağı ve eşitlik, azınlıklar, basın özgürlüğü, cezasızlık, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, çalışma, çocuk hakları, devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilen hak ihlalleri, din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, eğitim hakkı, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, engelliler, gizlilik hakkı, gözaltı-tutuklama, insan hakları eğitimi, insan hakları savunucuları, ırk ayrımcılığı, işkence, kadın hakları, kalkınma, kamu güvenliği, mülteciler-sığınmacılar-göçmenler- insan ticareti, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü gibi çoğaltılabilecek pek çok başlığı yok ederek insanın kendisiyle ilgili uçurumun büyümesine neden olurlar. Ancak bunların en önemlisi de seçilmiş olanın adaletsizlikle alaşağı edilmesidir. Böyle bir düzende ancak sefalete mahkûm olunur.
***
Ancak her düzenin kendi çıkarları için sefalete götüren zavallı yandaşları vardır. Mesela, bir zamanlar dönemin ünlü paşalarından biri, yanına adamlarını da alarak, saltanat kayıklarından birine biner. Hava rüzgârlı mı, rüzgârlıdır. Denizde dev dalgalar çıkar karşılarına. Dümenci ve kürekçiler. kayığı idare etmeye çalışırken, Paşa da olur olmaz emirler yağdırmaya başlar; “Küreği şu yöne çek”, “Siya yap!”, “Alargada kalma!” Kayıkçılar ne yapacağını şaşırır ve çaresiz emirleri uygulamaya başlar. Gidişat kötü olmakla birlikte, emir büyük yerdendir. Bir süre sonra olanlar olur ve kayık karaya oturur. Paşa, kayıkçıları azarlamayı sürdürür; “Gördünüz mü, ben demedim mi, karaya oturduk işte!” Adamları iştahla söze girer:
“Güle güle oturun, paşam!”
“Aman da aman, oturduğumuz kara size nasıl da yakıştı.”
“Allah oturduğunuz yerden kalkmayı nasip etmesin!”
Karaya oturduktan sonra yer gösteren çok olur!
***
Önemli olan adaletsizliğe karşı çıkıp hakikatin yanında yer alarak onurunu öne almaktır.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
-
İmamoğlu ve İBB’yle ilgili 560 milyar iddiasına yanıt
-
Mustafa Balbay sert eleştirdi
-
Mezhep çatışması değil insanlık suçu
-
Emekliye bayram ikramiyesi ne kadar olacak?
-
Alfa Romeo'nun ilk elektrikli modeli: Junior Elettrica
-
'Kayyum atamaları, hukuksuzluk ve kontrollü kaos'
-
AKP’de kongre öncesi hazırlığı devam ediyor: Prof. Kalay
-
Emeklilerin Gözü Bayram İkramiyesinde: Beklentiler Karşı
-
Hutbelerde Bunlara Dikkat Edin!
-
Ekonomist Atilla Özkan'dan Şok Eden Enflasyon Yorumu!
En Çok Okunan Haberler
-
İBB'ye yönelik soruşturmada karar
-
İBB Başkanı'na tutuklama kararı
-
Şevket Çoruh'un, yandaş Cem Küçük'e yanıtı gündem oldu
-
İmamoğlu'nun hakimlik sorgusu bitti
-
RTÜK'ten televizyonlara gözdağı!
-
Ercan Saatçi serbest bırakıldı... İlk açıklama!
-
Filiz Akın sessiz sedasız defnedildi
-
'Kayyum' sorusuna yanıt verdiler!
-
Bakırhan'dan 'kent uzlaşısı' açıklaması
-
İYİ Parti'den Saraçhane açıklaması