Deniz Yıldırım

Mutabakat krizi

06 Kasım 2019 Çarşamba

Diktatörlükler zaten halka düşman, biz dünyada öyle veya böyle seçimlerin gerçekleştiği, biçimsel anlamda bile olsa halkın önüne sandık konulan demokratik rejimlere bakalım: Neredeyse 40 yıldır adım adım halkın dışlanmasına yaslanan bir mutabakatı üretiyor bu rejimler de. Bu mutabakatın iki ayağı var: Birincisi, ekonomi politikalarından emeği dışlayan, vergileri halkın sırtına yıkan, kamu kaynaklarını özel çıkar için kullanan, varlıkları özelleştiren, güvencesiz bir çalışma düzeni dayatıp geleceği belirsizleştiren neo-liberal mutabakat. Şili’den Türkiye’ye, Tunus’tan Lübnan’a izlerini gördüğümüz, yaşadığımız bir süreç.

Neo-liberal mutabakat, demokrasi görüntüsü altında halkın ekonomik kararlardan dışlanması ile birlikte ilerliyor. “Demokrasi görüntüsü”, çünkü halk sadece kendi önüne konulan seçenekler içinden birilerini başa getiriyor. Başa gelenler de aynı programı uygulamayı sürdürüyor. Zam yapıyorlar, halka sorulmuyor. Vergileri artırıyorlar, halka sorulmuyor. Halkın alın teriyle edinilmiş varlıkları özelleştiriyorlar, halkın haberi olmuyor. Görüntü demokratik, ama ekonomik kararlar halka danışılmadan ve halkın aleyhine alındığı sürece demokrasiye karşı. Demokrasi, halkın yönetimi, halkın iktidarı demekse; hani bu kararlarda halk nerede?

İkinci mutabakat ise siyasal alanda. Siyasal alan çeşitli partiler arasında paylaşılıyor. Bu partiler sahne önünde birbirleriyle didişiyor, kavga ediyor. Ama iktidarıyla, muhalefetiyle, oturmuş bir siyasal oyunun sahnelenmesi konusunda epey iyi uzlaşıyorlar. Uzlaşma bir yandan neo-liberal programa sadık kalınmasında; diğer yandan siyasal alana halkın katılım kanallarının kapalı tutulmasında sağlanıyor. Halkın yönetime katılım kanalları açılmasın diye de, genellikle sistemin temel kutupları, gerilim eksenleri, kimlik tanımları sabit tutuluyor. Yeni partilerin, yeni yüzlerin, yeni isimlerin ortaya çıkmasına karşı; partiler ve liderler iktidar-muhalefet oyununu “demokrasi görüntüsü” altında sürdürüyor.

Niye anlattım bunları? Şundan: Neredeyse on yılda bir, bu iki mutabakat alanına dünyanın farklı bölgelerinde köklü itirazlar gelişiyor. Ekonomide neo-liberal yıkımın faturasını ödemek zorunda kalan, siyasette ise sözünü iletmek istediğinde önüne duvarlar konduğunu anlayan halk çoğunluğu bir itiraz dalgası geliştiriyor. Halk hareketleri böyle dönemlerde yükseliyor. 90’ların sonunda Latin Amerika’da yaşandı; 2000’lerde, özellikle de 2007-8 finans krizi sonrası ABD’den İspanya’ya, Yunanistan’dan Tunus’a, Mısır’a kadar uzandı bu hareketler.

Şili’den Lübnan’a

Şimdi Şili’den Lübnan’a uzanan geniş coğrafyada, 40 yıllık mutabakata yeni itirazlar gelişiyor. İtirazların toplu taşıma fiyatlarına zam yapılmasıyla ya da iletişim alanında yeni vergiler konulmasıyla bağlantılı başlaması anlamlı. Çünkü genellikle, ekonomik faturanın halk sınıflarına yüklenmesine tepkiler, yukarıdaki yönetici sınıfların ve partilerin bu faturayı hiç üstlenmeden karar almaya alışmalarının üstüne geliyor. Bir oluyor, halkta tepki yok. İki oluyor, tepki yok. Yönetici sınıf alışıyor, sermaye kesimi rahatlıyor. Ancak bir noktada bardak taşıyor ve küçük bir zam, büyük bir “mutabakat krizi”ne dönüşüyor. Tepkiler bütün partilere ve aktörlere yöneliyor.

İspanya’da Öfkeliler Hareketi’nin sloganı “Bizi Temsil Etmiyorlar”dı; şimdi Lübnan’da Hariri’nin istifasıyla yetinmeyip tüm siyasal aktörleri sorgulayan halk hareketinin sloganının “Hepsi Dediysek Hepsi” olması tesadüf mü? Yeni itiraz dalgası, sadece iktidara değil, siyasal mutabakatın tüm aktörlerine; halkı dışladıkları, kendileri sistemden beslendikleri oranda ulaşıyor.

Kendilerini mevcut mutabakatın içinde görmeyenler, dışlanmış hissedenler kendi talepleriyle, sesleriyle varlıklarını geleneksel siyasal katılım kanallarının dışında görünür kılmaya çalışıyor özetle. Toplumsal hareketlerin meydanlar üzerinden gelişmeye başlaması da bu resmi tamamlıyor. Özellikle de yeni kuşaklar, eski mutabakatın içinde yer bulamadıkça ve gelecek beklentileri, eskiyen mutabakatın aktörleri tarafından karşılanmadıkça, eskiyi daha da sarsmaya çalışıyor. Ekonomik hoşnutsuzluk, siyasal alana işte böyle sıçrıyor.

Ancak yeninin ne olduğu ya da olacağı konusunda henüz bir alternatif bulunamıyor. Daha demokratik bir siyasal mutabakat, daha halkçı bir ekonomik mutabakat için öncülük yapacak; enerjiyi yeni koşullara, yeni kuşaklara göre örgütleyecek siyasal alternatifler bu zeminden henüz yararlanamıyor. Bu açıdan içinden geçtiğimiz döneme bir geçiş süreci diyebiliriz. “Post-mutabakat” ya da “mutabakat sonrası” ifadesini de kullanabiliriz. Bu yeni durumu görmeden eski mutabakatı sürdüren herkese duyurulur.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları