Deniz Yıldırım

Kalabalığa kaçış

13 Kasım 2021 Cumartesi

Kaçışın bir yönü, kalabalıklardan, gürültülü metropollerden yabana, kıra, ıssızlığa kaçışsa; bir başka yönü de tersine ve inatla kalabalığa kaçıştır. Neredeyse kimsenin birbirini tanımadığı ve sosyal ilişkinin dar alanlardaki kabilevari sığınaklara hapsedildiği yerde büyük şehir, kitlelerin birbiriyle karşılaşıp etkileşime girdiği sınırlı bir “kamu” alanı yarattığı kadar, Yeraltından Notlar’ın kahramanının ya da Gregor Samsa’nın odalarında bulduğu gibi bir sığınak işlevi de görür ve bu anlamıyla da farklı olanı görünmez kılma, içinde eritme işlevi taşır. Bu yüzden de modern çağın ruhta yaralı öznesi, akıştan kaçamadığında, akışa kaçmaya çalışır.

Akış serimizde kalabalıktan kaçış temsillerini işledik, fakat kalabalığa kaçış olgusunun edebiyattaki erken temsillerine eğilmedik, buna bakalım bu kez. Bu noktada Edgar Allan Poe ve onun 1840’ta yayımlanan önemli öyküsü, Kalabalıkların Adamı geliyor aklımıza. Öykü (Tomris Uyar’ın nefis çevirisiyle), Londra’da oturduğu kafeden dışarıdaki kalabalığı izleyen, farklı saatlerde dolup dolup boşalan meydandaki insanları toplumsal konumlarına, yaptıkları işe göre değerlendiren, kalabalığın içindeki grupları, grup aidiyetlerinin şeklini, davranışsal belirtilerini bulmaya çalışarak vakit geçiren bir gezginin gözünden anlatılır. Zaman ilerler ve hiçbir grubun, mesleki ya da sosyal tabakanın içine yerleştiremediği birini görür; dikkati o yaşlı adama kayar. Dışarı çıkıp onu takip etmeye, saatlerce gittiği yönü, davranışlarının anlamını çözmeye çalışır. İşin özü: yaşlı adam bir yön duygusuna göre hareket etmemektedir. Onu canlı tutan ve yönlendiren pusula, kalabalıklardır. Nerede kalabalık azalıyor, sokak tenhalaşıyorsa adam enerjisini yitirmekte; nerede kalabalık yeniden canlanıyorsa adam da canlanmaktadır.

Öykünün dinamik çelişkileri de böyle kurulmaktadır. Gözlemci, yaşlı adamda, kalabalıktaki tikeli keşfeder; bir gruba yerleştiremediği adamın ayrıksılığının peşine düşmüştür aslında. Yaşlı adam ise tam da bu tekilliğini kalabalıkta eritme, kalabalığa kaçma/sığınma derdindedir. Bu da bir yönüyle, David Frisby’nin Modernlik Fragmanları başlıklı ufuk açıcı kitabında Benjamin’den alıntıladığı şu saptamayı doğrular niteliktedir: “Kitleler toplumdışı bir kişiyi, peşindekilerden koruyan bir sığınak gibiydi.” Bireyin kendisini kalabalıklar içinde eritmesi, sığınak olgusunun sadece mekânsal nitelik taşımadığının da göstergesidir öyleyse. Sığınak sadece evde, odada, yerin altında ya da yabanda değildir. Birbirini tanımaz ve birbirini umursamaz insan kitlelerinin iç içe yaşadığı, yabancılaşmanın doruğa çıktığı, paranın hâkimiyetinin ilan edildiği koşullarda, kendi kaçışsızlığıyla ve çaresiz ruh haliyle yüzleşmekten korkan birey için şehrin kalabalığı da bir sığınak haline gelir.

POE VE AHLAT AĞACI

Walter Benjamin, Baudelaire üzerine notlarında Poe imzalı bu öyküye değinir ve öykünün Fransızcaya Baudelaire tarafından çevrildiğini belirttikten sonra Baudelaire’i, öyküdeki “Kalabalıkların Adamı”nı bir flaneur tipiyle özdeş kıldığı için eleştirir. Şöyle der Benjamin: “Kalabalığın adamı bir Flaneur değildir. Kalabalığın adamında rahat davranışlar, yerini manik bir tutuma bırakmıştır.” Bunda da Paris’e kıyasla Londra’da mutlak bir işsizlik güçsüzlük atmosferi bulunmasının payı olduğunu düşünür.

İlginçtir, bu “manik tutum” üzerinden dönüp dolaşıp yine Ahlat Ağacı’na uzanıyoruz. Daha önce de değinmiştim. Sinan bir sahnede odasında uzanmış, kitap okumaktadır. Başucunda Albert Camus imzalı Yabancı durmaktadır; elinde ise Poe vardır. Bir başka sahnede de odasındaki dolabın iç kapağındaki fotoğrafları görürüz. Burada Camus vardır; aynada beliren Sinan’ın yaralı yüzü bu tabloyu tamamlayan “yabancı”dır. Hemen altta ise Baudelaire’in Paris Sıkıntısı kitabının eski bir basımının kapağı yer alır. Tesadüf olmasa gerektir. Sinan, benzer varoluşsal sorunlar etrafında ruhsal bir sıkışma, gelgitler içindedir. Ancak Sinan’ın bu sıkışmaya bulacağı çare farklıdır. Arayışı, metropol kalabalığına sığınan yaralı insandan da metropolden yabana, kıra kaçanlardan da farklı görünmektedir. Çünkü Sinan, ne şatafatlı şehirlerin kalabalığından ne de taşradaki yaşamdan hoşnuttur. En sonunda hem köye yerleşen babasının hem de kendisinin, yalnızlığında, tekilliğinde kendilerini gördükleri Ahlat Ağacı ile özdeşleşmeleri ve Sinan’ın kuyuya inip suyu aramaya devam etmesi tam da bu nedenle önemlidir. Hedefsizlikten, iradenin teslim edilmesinden, eylemsizlik biçimlerinden kaçıştır bulduğu son çözüm. Ne olursa olsun bir amaca bağlanmaktır. Yalnızlık ya da kalabalık ölçü değildir. Demek ki mesele ne şehirde kalabalığa kaçıştır ne de kırsalda kalabalıktan kaçış. Mesele yeni bir yol çizebilmek, kendi akışını belirleyebilmektir. Vasatlaşmış tartışmalara, sığ gündeme ve çözüm gibi sunulan çözümsüzlüklere hapsolmamak için şarttır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları