Deniz Yıldırım

Bir madalyonun iki yarısı

19 Eylül 2020 Cumartesi

AKP iktidarının 18 yıldır değişmeyen yöntemidir: Toplum iki kamp olarak kurgulanır; bir tarafta “Türkiye’nin ilerlemesini istemeyen güçler” vardır; bütün siyaset, bu güçler, eleştiriler baskı yoluyla tasfiye edilirken, AKP etrafındaki kitle desteğinin sıkılaştırılmasına ve devlet içindeki iktidar sahasının genişletilmesine dayanır. O yüzden, “kamplaştırma” bitemez; bütün stratejisi buna bağlıdır.

Dolayısıyla AKP dönemi, hiç de öyle, muhalefet gemisine yeni binenlerin iddia ettiği gibi,başlarda demokrattı, sonradan otoriterleşti” tezini haklı gösterecek özelliklere sahip değildir.

Zira toplumu ve siyaseti her dönem iki kamp olarak kurgulayıp karşıtlarını her araçla bastırmayı meşru gören bir anlayış, öz bakımından otoriterdir. Karşıt görüşleri, şiddet içermeyen eleştirileri tehdit, düşmanlık, bastırılması gereken virüs gibi görmektedir.

Burada virüs benzetmesini özellikle vurguluyorum. Bu, işi başka boyuta taşır. Hastalık, virüs gibi metaforların siyaset dilinde kullanımı oldukça tehlikelidir. Tarih bunun varabileceği yerlere dair kötü örneklerle doludur. Çünkü karşıt görüşleri, eleştiri getiren siyasal ya da toplumsal muhalefet güçlerini ya da medyayı virüs olarak görmek; sağlıklı olduğu iddia edilen bünyeyi ele geçirmeye ve yok etmeye çalışan bir tehdit olarak sunmak, virüsün yok edilmesine dönük her türlü saldırıyı da meşrulaştırmaya yarar. Zira eğer eleştiri, itiraz, muhalefet, bünyeyi tehdit eden bir virüs olarak görülürse, virüsle oturulmaz, konuşulmaz, anlaşılmaz. Virüs sadece yok edilir.

Öte yandan, karşıtları yüzünden bünyenin çökeceğini iddia etmenin, yani virüs benzetmesinin bir diğer işlevi de, bünyenin aslında sağlıklı olduğunu, işlerin yolunda gittiğini söylemektir. Madalyonun iki yarısıdır; demek ki virüs benzetmesinin siyasette iki işlevi vardır.

Muhalefeti virüse benzetmek

Şimdi koronavirüs günlerinden geçiyoruz. Son 6 aydır ülkeyi yönetenlerin farklı zamanlardaki açıklamalarına baktıkça bu benzetmenin izlerini görmemek mümkün değil. Salgınla mücadelenin ilk haftalarında farklı kesimlerin, iktidarı yeterli sertlikte tedbirler almadığı için eleştirmeye başladığını biliyoruz. Erdoğan’ın bunun üzerine nisan ayında kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamayı hatırlayalım: “Ülkemiz sadece koronavirüsten değil, aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır.” Tehlikeli eşitleme...

Erdoğan’la da sınırlı değil. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bir CHP vekili için aynı benzetmeyi yaptı. Ulaştırma Bakanlığı da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Kanal İstanbul eleştirilerine karşı yaptığı yazılı açıklamada, yatırım ve üretimin durdurulmasını istemenin, Kanal İstanbul gibi projelere karşı çıkılmasının “milletimize koronavirüsten daha çok zarar” verdiğini söylemişti.

Son olarak MHP lideri Bahçeli, Türk Tabipleri Birliği’ni hedef aldığı açıklamasında, “TTB, korona kadar tehlikelidir, tehdit saçmaktadır” sözlerine yer verdi.

Özetle; virüsle yaşamaya başladığımız günden beri, medyaya, siyasal ve toplumsal muhalefete, demokratik meslek örgütlerine karşı “virüs” benzetmesinin ya da bu mecralardan iktidara karşı yükselen eleştirel seslerin aslında “virüs” kadar tehlikeli olduğunu belirten açıklamaların çoğaldığını, sistematik hale gelmeye başladığını görüyoruz.

Kendilerini, partilerini, mitinglerini, açılışlarını, etkinliklerini, yandaşlarının ihalelerini, ülke kaynaklarının talan edilmesini her türlü kuraldan bağışık kılıp muaf tutanların, karşıtlarını da bu bağışıklığı tehdit eden, yok edilmesi gereken bir virüs gibi sunmaları durumu ile karşı karşıyayız. Yine madalyon ve iki yüzü... Yönetenler kuralsız; emek verip yaşamı üretenler korumasız. Biri, diğerini kaçınılmaz olarak yaratır.

Tam da bu yüzden, ekmek ve hürriyet mücadelesi, yenilenmiş bir Cumhuriyet siyasetinin birbirinden asla ayrılamayacak ana gündemleri. Öyleyse ekmek ve hürriyet mücadelesi de bizim madalyonun iki yarısı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları