Deniz Yıldırım

Akışı dönüştüremeyenin dönüşümü

23 Ocak 2021 Cumartesi

Dostoyevski’nin yeraltı insanı, bir böcek bile olamamaktan yakınıyordu. Sığınağından yerüstüne çıktığındaki eşitsiz karşılaşmalarda ise kendisine böcek, sıçan, solucan gibi hissettirildiğini öğreniyorduk. Bir yandan da iktidar dediğimiz olgunun neyin insani, neyin insanlık dışı olduğunu belirleme gücüyle ilgili olduğuna dair bir göndermeydi bu. Kamusal alandan dışlanan, insanlıktan da dışlanmaktaydı.

Yıllar sonra, Avrupa’nın kapitalizm ve bürokratik otoriter rejimler altındaki dönüşümünü ve bunun yarattığı boğucu yabancılaşma atmosferini yaşayan bir başka yazar, Franz Kafka, 1915’te yayımlanan eseri Dönüşüm’de kahramanı Gregor Samsa’yı bir sabah yatağında dev bir böceğe dönüşmüş halde uyanırken resmediyordu. Sanki Dostoyevski’nin yeraltı insanı yeniden karşımızdaydı.

Ancak temel farkları da gözden kaçırmamalıyız. Dikkat edelim: Gregor Samsa, iflas etmiş ailesinin borcunu kapatmak ve evi geçindirmek için tükenircesine çalışan, harcama yapmamak için sosyal yaşam ve ilişkilerden sığınağına çekilen, yabancılaşmış bir karakterdir. “Aklı hep işindedir”. Yeraltı olarak evdeki odasına, sığınağına (G. Janouch’la konuşmalarında şöyle der Kafka: “Doğru, küçük bir odam var, ama o ev değil ki; daha da çökmek için, iç tedirginliğimi saklayabileceğim bir sığınak”) çekilen Samsa’yı yerüstünden uzaklaşmaya iten nedenlerle anlamak, böcekleşmeyi bu neden zinciri içinde kavramak daha doğrudur.

Gregor Samsa böceğe dönüşünce kesintiye uğrayan nedir? Evin geliri, refahı, huzuru. İşte de evde de huzur Samsa pahasınadır. Nitekim bu yükü kendi iradesiyle hafifletemediği anda devreye böcekleşme girer. Samsa böcekleşme sonunda işe gidemez; dolayısıyla işinden kovulur; süreç içinde aileden de dışlanır, feda edilebilir hale gelir ve ölür. Böcekleşince, sığınağından çıkmak ister elbette; ortak odaya geçerek sosyalleşmek, pencereden dışarıyı izlemek mesela; ancak çok geçtir. 

İnsan, kendisini insanlıktan çıkaran (sadece ekonomik anlamda değil, sosyal bağlar bakımından da) koşulları zamanında dönüştüremediğinde böceğe dönüşüyor. Ezildikçe küçülen insan, küçüldükçe ezilebilirliği artan bir sembole bürünüyor. Kısırdöngü. Ya daha da ezilip yok olacak ya ezilenlerle ortaklaşarak ezilme koşullarını kaldıracak ya da ezme gücünün yanında saf tutacaktır bu gidişle. İleride Hitler devrini tanımlayan “küçük adam” edebiyatında döneceğiz bu üçüncü olasılığa.

Böcekleşme

Peki, ya Samsa böceğe dönüşmese ve tıpkı Kâtip Bartleby gibi bir gün işyerindeki müdürüne, “Yapmamayı tercih ederim” deseydi ne olurdu? Yine işinden kovulur, aileden dışlanır ve böcekleşmesiyle ortaya çıkan sonuç benzer olabilirdi. İktisadi zorunluluklar belirleyici oldu ve yapamadı elbette. Burada anahtar kelime zorunluluk. Gregor Samsa’nın sosyal/kamusal yaşamdan çekilmesinin, işinde ezilmesinin arkasında, evi geçindirmek için girdiği fedakârlıklarda ekonomik zorunluluklar belirleyici. Samsa itirazsız, yabancılaşmış bireyin yükünü taşıyor. Akışı kendisi bozamıyor. Böcekleşme, dönüştüremeyen bireyin dönüşümü, sembolik olarak insanlıktan çıkış burada devreye giriyor.

Yine Ahlat Ağacı geliyor aklıma. İdris Öğretmen’in kendisini çirkin, şekilsiz ve yalnız Ahlat Ağacı ile özdeşleştirmesi; Nuri Bilge Ceylan’ın toplumun dışına düşen bireyi doğadaki diğer varlıklar üzerinden anlatması da tesadüf değildi; hep aynı ruh hali var bu dışsallaştırmalarda. Ancak Ahlat Ağacı, derindeki suyu arama iradesiyle direniyordu; böcekleşme böyle bir son içermiyor.

Örneğin Samsa kuvvetli bir boğaya da dönüşebilirdi; böcek sembolü ise küçülme, ezilme ve toplumdan dışlanma mesajına daha fazla denk düşüyor. Kafka’nın Janouch’a söylediği şu söz (alıntı Garaudy’den) onun anlam dünyasına giriş için iyi bir zemin: “Kapitalizm hem bir dünya hali hem de bir ruh halidir.” Bamteli. Maddi ve manevi bir kuşatma olarak kapitalizm. Sömürü ve yabancılaşma ya da böcekleşen Gregor Samsa tam da bu ikiliğin bütünsel ürünü. Çoğumuz bu yükün altında ezilmiyor muyuz? Toplumun dışına düştüğünü fark eden “YabancıElias Rukla için de yol ayrımı bu değil miydi?

Maddi ve manevi bir kurtuluş reçetesi değil, yıkım çıkıyor bu böcekleşme seçeneğinden. Ezilen özne, akışı kendi iradesiyle askıya alamıyor; kendisi dışında gerçekleşen bir başkalaşmanın sonucunda, zorunlulukların ve esaretin nesnesi haline gelerek yavaş bir intihar süreciyle yok oluyor. Oysa hatırlayalım; Dostoyevski’nin yeraltı insanı bir şekilde yerüstüne, kamusal alana çıkıyor, mücadele ediyor; yenilgi ya da kararsızlıklarla yeniden geri çekiliyordu.

Bugün mü? Geçim dertlerimiz (zorunluluklar) artıyor; kamusal yaşam iyiden iyiye yok oluyor; yabancılaşma yayılıyor; sosyal hayat bütünüyle evlere çekiliyor; baskıcı rejim karşısında çoğumuz kamusal, siyasal meselelerden yılgınlık ve umutsuzlukla kaçarak eve, özel alana, sığınağa yöneliyoruz. Oysa zorunluluklar dayatmasına itiraz etmeden sığınağa çekilme ne yazık ki Samsa’yı kurtarmaya yetmedi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları