Bilsay Kuruç

Bu iktisat bize nerelerden geldi? (3)

17 Mart 2025 Pazartesi

Devam ediyoruz. Son iki yazının çerçevesini yavaş yavaş dolduralım. Başlıkları kalın harflerle yazalım. İktisatçı olmayan okurları ürkütmemeye çalışalım. İktisatçıları da. 

NEREDEYİZ? 1 

Diyebilirim ki Cumhuriyet tarihinin bambaşka bir bakış ve kavrayış kapasitesine sahip olan İktisat Vekili (Bakanı) Mustafa Şeref Bey (Özkan) aradan geçmiş bir yüz yıl sonra, bize bugün nerede olduğumuzu anlayabileceğimiz bilgiyi veriyor. Mustafa Şeref Bey 1930 Eylül ayı ile 1932 Eylül’ü arasında görevdedir. 1931 Temmuz ayında TBMM’de, bugün dikkatimizi üzerinde toplamaktan kaçınamayacağımız bir analiz yapıyor. İki noktayı vurguluyor. Bugünün sözcükleriyle kısaltıp bakalım. 

“Eğer bir ulus üretimde geri ve teknikte ilerlememiş ise o ülkenin dış ‘denge’ sorununu dünya piyasasının düzenlemesine terk etmek, o ülkenin yıkılışına göz yummaktır. Ülke her yıl dış açığını milletin asırlardan beri toplayıp biriktirdiği menkul değerlerle ödemek zorunda kalır. Açık yıllarla sürerse, ülkedeki değerli eşyadan başlayarak sonunda ülkenin demiryollarının, bankalarının, ticari ve sınai teşebbüslerinin, arazinin yabancılara geçmesine kadar varabilir.” Devam ediyor ve “Bu açıkları kim öder” sorusu ile Osmanlı’ya bakıyor: 

“Her yıl daha çok büyüyen dış açığı rençper Türk kapatıyordu. Çünkü bir ülkenin dış ticaret açığını orada yaşayanlardan kim daha az kazanıyorsa o öder. Çünkü çok kazananlar kişisel üretimleri ile tüketimlerini denkleştirdiklerinden, onların menkul değer stoklarından (“varlıklarından”) dış açık için bir şey ayrılmaz. Açık için ayrılan, üretimi (geliri) ile tüketimini karşılayamayanların menkul değer stokudur (“varlıkları”dır). (19. yüzyıl ortalarından beri) devam eden açık Türk milletinin (“varlıkları”nın) harcanmasıyla kapatıla gelmiştir. “Varlıkları” bitmiş olan ülkelerde yalnız işçilik bulunmuş olur! Gerçekten, “Büyük Savaş”a (1. Dünya Savaşı) kadar Türklerin durumu yalnız işçilikten ibaretti!” Kısaca, ulus, ekonomisinin işleyişini dünya piyasasına terk ettikten sonra gitgide açık verir ve oluşan ve süren dış açıkla “varlıkları”nı gitgide dünyaya aktarır, terk eder. Açıkları ise fiilen emeğinin karşılığı ile geçinmeye çalışanlar öder. Mustafa Şeref Bey o tarihlerde dünya iktisatçılarınca düşünülmemiş bir “akım-stok” (stock-flow) analizi yapıyor. Ekonomide “Osmanlılaşma”nın “olmazsa olmaz”ını anlatıyor. “Neredeyiz?”i gösteriyor. 

NEREDEYİZ? 2 

Şimdi deflasyon ekibinin yürüttüğü ekonomideyiz. Ekonomide bir “reel” tablo, bir de ana akım iktisatçılarının “parasal muhabbet” tablosu var. “Reel” tabloyu okursak sürekliliğe demir atmış dış açığın sermayenin açığı olduğunu, bunu emeğin ödediğini ve bununla ekonominin dünya sermayesine sürekli “cari” kaynak aktarıldığını görürüz. Önce bunu çıplak gözle görürüz. Sonra, biraz daha dikkatle açıkları ödemenin ötesini de görürüz. Nedir o? Geçmişin tasarruflarıyla birikmiş ‘varlıkların’ da dünya sermayesine devretme yükümlülüğü altına girilmesidir. Görmek zor değildir. Bunu da görürüz. 

Deflasyon ekibi önce, 2023 yaz aylarında, “cari” açıkların ödenme “güvencesi”ni vermekle başladı. Dünya sermayesinden “olur” almak üzere ona bir çeşit “kapora” sayılacak “önlemler paketi” sundu. Elbette emek ödeyecekti. Pakette memurların sabah-akşam servislerinin kaldırılması, devlet okullarının sabununa sınır getirilmesi gibi, ekonomik “kıymeti harbiyesi” olmayan, fakat ödemeyi emeğin yapacağını hiç anlamayanın bile anlayacağı birçok şey vardı. Şu görüldü: Dünya sermayesinin bu gibi “ödeme paketleri”ne karnı toktur. İktisatçı deyişiyle, “local”ların (yerli halk) bir “austerity”ye (“ekonomik cendere”ye) alınmasına “evet”, ama yetmez. Dünya sermayesinden para istiyorsanız “varlıklarınızı” da aktaracak ek yükümlülük yaratmayı sürekli kılacak bir yapı kurmalısınız. Bunu göstereceksiniz. Para istiyorsanız bunun böyle sağlam “güvenceleri” olmalı. Yakın geçmişte var. Yanı başımızda, Avrupalılığa inanmaktan başka çare düşünemeyen Yunanistan, 2011’den sonra Almanya’nın patronluğunda girdiği acayip cenderede bir “modern Yunan trajedisi” yaşamaya hüküm giydi. Adalarını satmaya razı edilmişti! Bu “reel” tablodur. 

Kısaca, işin iki tarafı var. Birincisi, “cari” ödeme yükümlülüğü. Açıkları emek ödeyecek ve ödedikçe emekçileşeceksiniz. İkincisi, “varlıkları” dünya sermayesine devretme yükümlülüğü. Para istiyorsanız, devredeceksiniz. Devretmezseniz, siz bilirsiniz! 

Bunlar ekonominin “reel” tablosu üzerinden okunacak olan “bölüşüm” için temel bilgilerdir. Bölüşümü merak eden okur, düşünür. Merak etmeyen ilgilenmez, başka şeylere bakar. 

TARAFSIZ HAKEM EFSANESİ

Futbol başta olmak üzere, spor dallarında bir “hakemin tarafsızlığı” curcunası var. Kaynatıldıkça popüler hale geliyor. Buna giremeyiz. Ama iktisatçıya kendi dünyasında sorular yaratacak bir yanı var. Temel soru şu: Acaba fiyatlar tarafsız mıdır? Tarafsız fiyat olur mu? Hele ilkel sermaye birikimine tutunmuş ve bir yandan da dolarizasyona kendini vermiş olan bir kapitalist ekonomide tarafsız fiyat olur mu? 

Son beş yıldır enflasyon ile deflasyon “yapışık kardeşler” özelliğiyle fiyatları koşturuyorlar. Önce hızlı, sonra yavaş. 2021’den başlatılan “görkemli enflasyon” senaryosunda fiyatlar önce coşuverdi. Sermaye kazançları (kâr, rant, vs.) başa geçti ve fiyatlar onları hep en önde koşturdu. Emek gelirleri tıknefes olarak hep arkada, iyice arkada kaldı. Sermaye kazançları fiyatların koşusunda emek gelirlerine üst üste tur bindirdi. Enflasyon senaryosu seçimle sona erince onun başka türlü devamı olan “deflasyon zamanı” geldi. Deflasyon ekibi yerini aldı. Deflasyon ne demekse onu yapmaya koyuldu. Emek gelirleri mıhlandı, yerinde saymaya koyuldu. Fiyatlar hız keserek artmaya devam etti. Şu berraklaştı: Fiyatlar toplumsal sınıflar arasında tarafsız değildir. Esas olan budur. 

Fiyatların tarafsızlığı temel olarak okutulan iktisat kitaplarının bir temel “efsanesi”dir. O kadar. Tarafsızlık futbolda olur, iktisat âleminde olmaz, olamaz. 

ZİLYETLİK 

Sebat sahibi, titiz araştırmacı Meriç Köyatası geçenlerde yine doğruyu gösteren bir yazı yazdı: “Kişi başı milli gelir bilmecesi”. Fiyat artışı (enflasyon) hesapları karmakarışık hale gelince milli (ulusal) gelir nasıl ölçülebilir olmaktan çıkıyor? Köyatası bunu gösteriyor, belgeliyor. Söylüyor, ekonominin bu hali içinde birbiriyle uyumu kalmamış bir fiyatlar kargaşasıdır. Şunu görmeliyiz, diyor: Bu fiyatların ne TL ile ne de dolarla bir gerçeklik bağı vardır! Böyle ise aralarında da birbirine orantılı bir bağ (“göreli fiyatlar” bağı) yok oluyor! Çarpıcı gözlem: Fiyatların bu kargaşası bizi gelirlerimiz hakkında doğru bilgiden yoksun kılıyor. Ulusal gelir toplam olarak ve kişi başına ne kadardır, bilmiyoruz! 

Fakat kapitalizmin bu ekonomisinde bildiğimiz, gördüğümüz, bunu sermaye-siyaset ittifakının kazançları ile işlettiğine, yürüttüğüne tanık olduğumuz üç fiyat var. Bu fiyatları tüm medya kanalları Mısır’daki sağır sultanın duyacağı şekilde açıklarlar. “Parasal muhabbet” yapan meslektaşlarımız için de “nirengi noktası” bu fiyatlardır. 

Bu üç fiyatın ikisi sermayeye aittir. Sadece sermaye kazançlarına kılavuzdur: Döviz kuru ile faiz oranı. Yirmi küsur yıldır içine alındığımız modelde dünya sermayesi ile iç sermaye arasında “mutabakat fiyatları”dır. Yani, iki taraftan “yönetilen” (“administrative”) fiyatlardır. Dünya fiyatlarını Türkiye ekonomisine taşırlar ve burada sermaye kazançlarını ve bölüşümü düzenleyici hâkim rol oynarlar. Ana akım meslektaşlarımız bu yönetim işinin “doğru ayarı” üzerine titrerler. Bu iki “yaşamsal” fiyatın sermayeye göre ayarı rejimin temel çivisidir. Tüm öteki fiyatların kargaşası, anarşisi “ikincil” meseledir. Keza, ulusal gelirin doğru mu, eğri mi hesaplanmış olması da “ikincil”dir. Kapitalizmin topluma ait sayıların ve kurumların korunması diye bir sınıfsal görevi yoktur. Bunlar kullanılıp terk edilebilirler. 

Üçüncü fiyat ücrettir. Bu “fiyat” sermayenin zilyetliğindedir. Sermaye kendine ait olmayan emek gelirlerini kontrol altında tutma gücüne erişmiştir. Ücret kontrolü için nirengi noktasını “asgari ücret”e kilitlemiştir. Orada tutuyor. Bunu başka bir yazıya bırakalım. 

Kısaca, bu ekonominin yönetimi üç fiyatla yürüyor. Ulusal gelir hesabına ve enflasyonun ayrıntılı nedenlerine gerek var mı? İktisatçı olmayan okurlar söylesin. Hatta iktisatçılar da.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları