Bedri Baykam
Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

İmamoğlu, Binali Bey, Valbuena ve ‘Türk Ronaldosu’

02 Mayıs 2019 Perşembe

“Kabak tadı verdi” diye bir deyimimiz var. Seçimlerin hâlâ bir sonuca bağlanmamış olması, bu sözü getiriyor aklıma.
Belki sizi güldüreceğim ama, YSK “seçim tekrarlanıyor!” dese buna en çok üzülecek olan kişilerin başında bence kim var biliyor musunuz? Binali Yıldırım’ın kendisi! Çünkü şu anda Türkiye’nin gözü önünde saatte 200’le ilerleyerek, hızlı ama dengeli bir şekilde imajını oluşturan Ekrem İmamoğlu’nun tekrar karşısına çıkmak istemiyor! Bundan neredeyse eminim! Bence Binali Bey, kendisinde ne böyle bir enerji, ne arzu, ne de iddia görüyor! Zaten verdiği son demeç bunu kanıtlıyor. Bence Cumhurbaşkanı ve AKP’nin tüm yöneticileri de bunun farkındalar! Yani bu sefer çok daha farklı gelebilecek bir seçim mağlubiyetinin faturası onlara çok daha ağır bir darbe vurabilir. Bunu görmelerine rağmen itirazı geri çekmeye de elleri varmıyor. Çünkü geride bıraktıkları pasta çok büyük! Yıllardır bütün partiye besin kaynağı olan kaymaklı ekmek kadayıf gibi kullanılmış!
İmamoğlu’na gelince, 1 Mayıs için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çaldırdığı marşlar, T.C.’nin tekrar binaya en güzel şekilde yerleştirmesi, İBB Meclisi’ndeki tartışmaları naklen yayımlatarak halka açık hale getirmesi (böylece AKP’nin uyuşturucu ile mücadeleye bile kırmızı ışık yaktığının öğrenilmesi) ve buna benzer onca noktayla şimdiden gönülleri fethetti. 31 Mart’ta kendisine oy vermemişlerin içinde bile artık ciddi ölçüde hayranları var! Sempatikliği, güler yüzü, samimiyeti, cana yakınlığı, halka geleceğine dair güven verme kapasitesi ile her an puan topluyor! İmamoğlu ve 31 Mart’ta gelen diğer belediye kazanımları sayesinde oluşan havayla, halkımız şimdi mitinglerde ayrı bir özgüvenle yürüyor! Geriye kalıyor “tatile seçim koyarlar mı?” bulmacası... Yok artık!

Valbuena ve Burak Yılmaz...
Valbuena’nın yalnız futbolculuğuna değil, karakter ve direnç gücüne de ne kadar hayran olduğumu daha önce bu sütunlarda çok ifade etmiştim.
Sezon başından beri herkes biliyor ki, Valbuena 25 maçtan fazla oynarsa kontratı otomatik olarak uzayacaktı ve büyük para kazanacaktı. Son çıktığı Trabzon maçından önce, Fenerbahçe’nin önerisi üzerine kontratındaki bu maddeyi yok saymayı kabul etmiş! Yani 25 maç ve daha fazlasında oynasa bile, bu hakkından feragat etmiş! İki yıldır, beraber çalıştığı çeşitli hocalardan özellikle, ilk 11’de oynama konusunda sürekli kesik yemesine rağmen, inatla ve ısrarla her an oyuna girmeye kendisini hazır tutuyor ve formunun zirvesinde! Sahada o anda 22 kişi ve 4 hakem var ama son Trabzonspor maçında yine Valbuena girdikten sonra oyunun akışı yine onun sihiriyle toptan değişti! Sanki Fenerbahçe mağlup olursa, adamın bütün varlıklarına el konulacak ya da 30 yıl hapse girecekmiş gibi mağlubiyeti reddederek ama hiçbir zaman centilmenlikten uzaklaşmadan büyük bir yürek olarak mücadelesini yine ortaya koydu. 97 dakikanın son salisesinde attığı gol, onun hak ettiği şekilde taçlanmasıydı. Fenerbahçe bu adamın kontratını en güzel şekilde yenilemeye bence mecbur!
Burak Yılmaz’a gelince: Hakkında Beşiktaşlılardan önyargısız yanıt rica ediyorum, “Türk Ronaldosu” gibi oynayan Burak’ı seyrettikçe “Beşiktaşlı duruşu nedeniyle onu istemiyoruz” diye kampanya yapanlar şimdi neler hissediyorlar? Görüşleri mi değişti yoksa özeleştiri yapıyorlar mı? Bu soruyu Twitter’da sordum, teşekkür ediyorum, çoğu Siyah-Beyazlılar çok seviyeli ve dengeli yanıtlar verdiler. Ben bir sporsever olarak kendi yanıtımı vereyim: Bu kadar ateşli bir taraftar grubunun hocalarına ve başkanlarına da tavır koyarak “Biz bu adamı istemiyoruz” kampanyalarından sonra, Burak Yılmaz sahaya çıktı ve sadece futbolculuğunu konuşturdu. Milli Takım’a da güven verdi! Ona bu kimliği tekrar kazandıran güçlü karakter direncine ve Şenol Güneş’e tebrikler!

Yusuf Taktak ‘Ellerim Tanıktır Zamana’
Sergi bugün açılıyor. Bolvadin doğumlu sanatçı, Türk çağdaş sanat ortamında birçok temel taşın yerine oturmasına katkıda bulunmuş bir önemli isim.
Size nasıl anlatsam... Hani şimdi her yerimiz fuar ve bienal gezginleri ile, “büyük” koleksiyonerlerle dolu ya... Şimdi herkes büyük sanat eksperi ve hatta herkes sıfatlı ya... Hani sağımız solumuz kendini hayati derecede ciddiye alan sanat danışmanları, galericiler, küratörler ve müzecilerle dolu ya... Türkiye’de çağdaş sanat tohumları 40-45 yıl önce ekilirken bunların hiçbiri yoktu. “Buralar dutluktu”. Herkesin çocuğu ünlü okullarda henüz sanat okumamıştı. Türkiye’de yalnız klasik ve empresyonist resim biraz satılıyordu, diğer tarzlar tamamen “eksantrik” kabul edilen, kimine göre beş para etmez, kimine göre deneysel veya sıradan işlerdi. En değerli sanatçılarımızın bile alıcısı çok azdı. Yusuf Taktak’la 80’li yıllardan itibaren hem kalıcı güzel bir dostluğumuz, hem de büyük işbirliklerimiz oldu. UPSD’nin kuruluş çalışmaları için kurucu yönetim kuruluna beraber seçildik, 1989’da Resim Heykel Müzesi’nin içinde başlayan çalışmalarla UPSD kuruldu, büyüdü, artık dünyada söz sahibi bir kurum haline geldi. Taktak, ayrıca UPSD’de olduğu gibi, “Öncü Türk Sanatından Bir Kesit” sergilerinin de ilk ateşleyicilerindendi. Gerek özgün eserleriyle, gerek arşivciliğiyle Türk çağdaş sanat ortamına büyük katkılarda bulundu. Akademisyen kimliğiyle yeni kuşak sanatçı ve sanat yöneticilerinin yetişmesine katkıda bulundu. Ne güzel bir sonuç ki, bugün Piramid Sanat’ın başarılı direktörü olan Öykü Eras da, Taktak’ın Yıldız Teknik’ten bir öğrencisiydi. Bugün açılacak serginin küratörü de Eras! Bu sergi, Türkiye’de pek rastlanılmayan bir şekilde bir “ön-retrospektif” olarak düzenlendi. Dönemler, belgeler, Taktak’ın sanatsal evrimi de en analitik bakış açısıyla sergi mekânına yansıtıldı. Sergi Piramid Sanat’ta üç haftalık bir süre için bu akşamüstü açılıyor. Kaçırmayın derim!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları