Barış Terkoğlu

Profesör doktor Erdoğan!

16 Eylül 2024 Pazartesi

İnsan anlattığına kendi de inanır. Oysa bizi biz yapan eylemlerimizdir.

Cumhurbaşkanı kürsüde. Sorsanız üniversite kampüsü açıyor. Adını da koymuş: Marmara Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi!

"Okullara siyaset girmesin" derken, "stadyumda sloganın ne işi var" diye sorarken, daha dün "Mustafa Kemal’in askeriyiz" diyen teğmenleri bile hedef alırken, üniversite binasında muhalefettekilere ağzını geleni söylüyor. Mayıs seçimlerinden girip Gezi Parkı’ndan çıkıyor, 28 Şubat’tan girip mülteci meselesinden çıkıyor.

Deseniz ki "burası üniversite". Yani konuşmanın, düşünmenin, tartışmanın en özgür olması gereken yer. En arkadan biri el kaldırsa, "bence öyle değil" dese başına geleceği biliyoruz: Akşamına tutuklanma haberini okuyacaktık.

Haliyle ortada inşaat var, bina var, hoca var ama üniversite yok! Zaten Erdoğan, "Söz verdik, üniversitesi olmayan şehir bırakmayacağız dedik ve bırakmadık" diye konuşunca üniversiteyle neyi kastettiğini anlıyoruz.

28 ŞUBAT DA GEZİ DE YOK

İşte Erdoğan konuşurken ben de telefonda eski YÖK Başkanı ile konuşuyordum. Bu köşede delilleriyle defalarca anlattığım 28 Şubat kumpas davasının tek sivil sanığı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ü kastediyorum. AKP’nin FETÖ ile işbirliği ile başladığı, ardından kendi yargısıyla devam ettirdiği davada halen yargılanıyordu. 8 yıl YÖK Başkanlığı yapmış, siyasi görüşleri tartışılır ama bilim adamlığı tartışılmaz bir isimdi.

Ona çok basit bir soru sordum: 1990’larda mı üniversiteler daha özgürdü, şimdi mi daha özgür?

Kemal Gürüz bu soruya belgeyle yanıt verdi.

Önce uluslararası akademik bir çalışmayı paylaştı. Sistemik Barış Merkezi tarafından 2019 yılında yapılan çalışmada dünyada başarılı ve başarısız darbelerin listesi çıkarılmıştı. Darbe kavramı "ülkenin yönetici veya siyasi elitleri içindeki karşı grup tarafından yürütme yetkisinin ve makamının zorla ele geçirilmesi" olarak tanımlanıyordu. Çalışmada 15 Temmuz vardı. Ama 28 Şubat da Gezi de yoktu. Kısacası dünyada "28 Şubat darbesi" ya da "Gezi darbesi" diye bir tanım yoktu. Birileri zihninden yeni element uyduruyordu.

SİSİ’NİN DE GERİSİNDE

Peki özgürlükler?

Gürüz bir başka çalışmayı paylaştı. Mart 2020’de Küresel Kamu Politikaları Enstitüsü yapmıştı. Tarih içinde akademik özgürlüklerin değişimini ele alıyordu. Türkiye de yıl yıl incelenmişti. 27 Mayıs’tan sonra düşüş değil kısa bir yatay seyir, 12 Mart’tan sonra bir süre düşüş, 12 Eylül’den sonra ise tartışmasız bir dibe vuruş vardı. 12 Eylül, akademiye de darbe vuran tam anlamıyla büyük bir darbeydi. Ancak bir süre sonra, ülkedeki özgürlük ortamıyla birlikte akademi de özgürleşiyor, grafik tekrar yukarı doğru ivmeleniyordu. Gürüz’ün de görev yaptığı ve 28 Şubat’ın da yaşandığı 90’lı yıllarda ise büyük bir yükselişle zirveye doğru tırmanmıştı. İlginç, AKP’nin iktidara geldiği Aralık 2003’den sonra önce yavaş bir düşüş, 2008’lerden başlayarak ise adeta büyük bir çöküş vardı. Akademi, 12 Eylül seviyesine gerilemişti.

Bu kadar değil…

Birden fazla kaynak var. Gürüz, uluslararası akademik çalışmalara dayanarak hazırlanan "Akademik Hürriyet Endeksi"ni de paylaştı. 1995 yılında dünya ortalaması 0.61 iken Türkiye’de 0.29’du. 2003’de dünya ortalaması 0.65 olduğunda Türkiye 0.60’a yükselmişti. Gelgelelim 2020’de dünya ortalaması 0.63 iken, Erdoğan’lı yılların sonunda Türkiye 0.06 ile Mısır’ın bile gerisine düşmüştü.

12 EYLÜL VE ERDOĞANİZM

Uzatmayayım…

Tarihte karşılaştırma ancak zaman çizgisiyle yapılabilir. Her şey kendi dönemiyle kıyaslanır. Bu yüzden Büyük İskender’e kol saati sorulmaz!

Bir asır önce dünyanın faşizme koştuğu koşullarda ilk adımlarını atan Cumhuriyet özgürlüklere doğru yürümeye çalışıyordu. Sonucunda faşizmin boğuculuğundan kaçan dünya akademisyenleri Türkiye’de toplandı. Mimarlıktan müziğe Türkiye’nin kalkınmasındaki akla katkı verdi.

Bugün ise…

Ciddi çalışmaların gösterdiği gibi, 12 Eylül rejimi Türk üniversitelerine ne yaptıysa Erdoğan rejimi de aynını yaptı. Üzerine beton dökülmüş düşünce dünyası, işsizlikle-hapishaneyle-sansürle-jurnalcilikle-liyakatsizlikle sınanan fikirler, yetişmiş aklın ülkeden çıkışı, Boğaziçi gibi kurumsal okulların yıkımı, üniversite açılışının müteahhit ihalesi-esnaf müjdesi olması… Sonuçta da tabeladan ibaret üniversiteler, kasiyerliğe kargoculuğa mecbur bırakılmış lisans mezunları, itibarsız akademik titrler...

1990’larda kavga dövüş özgürlüğe doğru yürüyen ülke de üniversitesi de bugünün yanında Kuzey Avrupa demokrasileri gibi kalıyorsa sorumlusu belli. Biliyorum, hemen "türban" diyecekler… Arşiv görüntülerini açıyorum, 1990’ların Türkiyesi’nde Beyazıt Meydanı’nda İslamcılar türban için gösteri yapıyor, Grup Yorum sahneye çıkıyormuş. Bugün Beyazıt Meydanı’nı ancak güvercinler görebiliyor, Grup Yorum üyeleri hapishanede ölüyor.

Arka sıralarından parmak kaldırılan ülkemizi yarattığımız gün üniversitelerimiz de özgür olacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sesini kaybeden masumiyet 12 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları