Ayşegül Yüksel

Kraliçe tiyatroyu severdi halk da kraliçeyi

24 Haziran 2014 Salı

Özellikle tiyatro sanatı bağlamında, son yıllarda “bizdeki durum” doğrultusunda -sözgelimi ödenekleri kısıtladığı konusunda- “temcit pilavı” gibi önümüze sürülen İngiltere’deki “sanat kurumlarına parasal destek sağlama” kurulu Arts Council gibi mekanizmaların işleyişinin gerisinde, 600 yıllık bir sanat kültürü geçmişi olduğu unutuluyor.

TÜSAK gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasına ertelendi

Kültür ve Turizm Bakanlığı yapısı içinde yer alan Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nü yok ederek yetişmiş sanatçılarımızı devlet bünyesinden çıkartıp, devlet denetiminde -isterseniz “devlet güdümünde” deyin- birer “özel topluluk sanatçısı” konumuna getiren Türkiye Sanat Kurulu (TÜSAK) yasa tasarısı taslağı gündeme getirileli tam bir yıl oldu.
Bu dönem içinde, taslağa ve gerisindeki anlayışa karşı çıkan yüzlerce yazı yayımlandı. Sivil toplum örgütlerinin sanata duyarlı olanlarının neredeyse tamamı olaya odaklandı. TÜSAK onlarca sempozyumda saatlerce tartışıldı. Bu arada, taslağın, önce 2013 yasama dönemi bitmeden, daha sonra 2013 güzünde, ardından 2014’ün ilk aylarında, son olarak da yaz başında yasalaşma sürecine sokulacağı söylendi. Selda Güneysu’nun 22 Haziran’da bu sütunlarda çıkan haberinden ise TÜSAK gündeminin Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasına ertelendiğini öğreniyoruz.
Güneysu’nun haberinden, taslakla ilgili geri adım atılmayacağı, daha çok sanatçılar ile personelin özlük haklarına ilişkin düzenlemeler yapılacağı anlaşılıyor. Bu düzenlemelerde, çeşitli sanatçı örgütlerinin 2014 başından bu yana yürüttükleri çalışmaların etkisi var kuşkusuz. Binlerce sanatçının, kurum çalışanının ve ailelerinin yaşamını etkileyecek bir yasal durumda bu tür yeniden gözden geçirmelere gereksinim var.

Sanatı tırpanlayan ‘sevgisizlik’
Ne ki asıl tehlike, taslağın yasalaşmasıyla, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, oluşması ve kurumlaşması için olağanüstü bir kültür-sanat seferberliğinin yapıldığı, Batı kültür ve sanatından süzülerek benimsenen tiyatro, opera, bale, senfonik müzik ve başka görsel/işitsel odaklı sanatları sunan toplulukların ulusal birer değer olarak, ulusal boyutta hizmet verme eyleminin baltalanacak olmasıdır. Tam da bu amaçla, on yılı aşkın süredir, devlete bağlı sanat topluluklarının/ kurumlarının, “kazanç getirmeyen işletmeler” olarak “özelleştirme” yoluyla devreden çıkartılması için söylemler oluşturulmuştur. Bu söylemlerin itici gücü “sevgisizlik”tir.
Oysa, “tasfiye edilmesi” öngörülen bu kurumlar, yıl boyunca, festivaller yoluyla ya da düzenli sahnelerde, milyonlarca yurttaşımıza tadına doyulmaz anlar yaşatıyorlar. Binlerce gencimiz -bu kurumların etkinlikleriyle- müzik kültürüne merak duymayı, tiyatro ve operanın klasik/modern yapıtlarında tat almayı ya da yapıtların doğru ya da yanlış sunumu üstüne düşünce üretmeyi, bir yandan sanat yapıtının büyüleyici gücünün etkisini yaşarken öte yandan da izlediğine eleştirel gözle bakmayı öğreniyor. İnsan duyarlığında bu derinliği ve zenginliği sağlayan, sanatın “sürekliliği” ve “kolay ulaşılabilirliği”dir. İşte bu nedenle devlet tarafından desteklenir sanat; bu nedenle, izleyicinin bütçesini yormayacak bedeller karşılığında yapılması sağlanır. Cumhuriyet Türkiye’sinin yüz yıla yaklaşan serüveni içinde bu zorlu eylem başarılmıştır. Geriye dönüşü olamaz. Çünkü, gerçekleştirilmiş olanın hamurunda “sevgi” vardır.

Sanatı yücelten ‘sevgi’
Özellikle tiyatro sanatı bağlamında, son yıllarda “bizdeki durum” doğrultusunda -söz gelimi ödenekleri kısıtladığı konusunda- “temcit pilavı” gibi önümüze sürülen İngiltere’deki “sanat kurumlarına parasal destek sağlama” kurulu Arts Council gibi mekanizmaların işleyişinin gerisinde, 600 yıllık bir sanat kültürü geçmişi olduğu unutuluyor.
İngiliz tiyatrosunun ilk ve en büyük çıkışı Kraliçe Elizabeth döneminde yaşanmıştı. Bu dönemde yaşanan siyasal/ ekonomik/toplumsal/kültürel yükselişin getirdiği “ulusal birlik” duygusu İngiltere’yi “feodal” dönemden ‘modern’ döneme taşımıştır. Shakespeare’in varlığıyla taçlanan –her oyun sergilenişinde toplumun her kesiminden 3000 kişinin izlediği- tiyatronun parıltısı bugünün sanat dünyasını da aydınlatıyor. İlk okuduğum tiyatro tarihi kitaplarından birinde, 16. yüzyıl İngiltere’sinde “laik” tiyatronun yükselişi şöyle anlatılır: “Kraliçe tiyatroyu seviyordu. Halk da Kraliçe’yi…” Bir başka deyişle, tiyatro, yeni oluşan ulusal duyarlığın, “sevgi” ve “coşku” taşıyan bir boyutuydu.
İngiliz tiyatrosu bugün yine dünya önderleri arasında. Arts Council’in kararları ya da işleyiş biçimi de ancak veri olarak işimize yarayabilir. Bizim için gerekli olan, sanatçı kesimini, sayıları gü`'64en güne artan seyirci kesimiyle en tutarlı, en nitelikli biçimde buluşturma yolunda devletin desteğidir. Bu da devletin konuya “öfke” ile değil, “sevgi” ile yaklaşmasını gerektirir.
Dilerim önümüzdeki günlerde, devlet ile sanatçı örgütleri arasında bu yönde bir ilişki kurulabilsin.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Öteki’nin dramı 22 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları