Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kürt sorunu var mı?
İyi niyetinden hiç kuşku duymadığım bazı dostların bir tartışmasına tanıklık edince kendi görüşümü sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Tartışma “Kürt sorunu” diye bir sorunun varlığı ve nasıl çözüleceği üzerineydi.
Önce böyle bir sorun var mı, yok mu? Evet, böyle bir sorun var. Sorunu çözmek için önce tanımlamak gerekir. Tanımlanmadığı için herkes farklı anlıyor. Tanımlamak da yeterli değildir ama oradan başlamak gerekir... Peki, çözümü var mı? Ona en son geleceğiz.
TARİHSEL BAĞLAM
Sorun Türkiye kurulmadan ortaya çıktı. Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizler Musul’u hukuksuz olarak işgal ettiler. Misakı Milli’nin her iki tanımına (Ankara’da Mustafa Kemal’in yaptığı ve İstanbul’da Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda kabul edilen farklıdır) göre de Musul belirlenen/tasarlanan yeni ülkenin sınırları içindeydi. Lozan’da tartışmalı bir durum ortaya çıktı.
Mustafa Kemal, Musul’un Türkiye sınırları dışında kalması halinde gelecekte ülkeye sorun olacağını daha o zamandan görmüş; Kürtlerin sınırın iki tarafında iki ayrı devlete ait olmasının ileride problem olacağını ifade etmişti (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 14, s. 269).
Emperyalistlerce Sevr’de Ermenilere olduğu gibi Kürtlere de Anadolu’da ayrı bir devlet kurulması öngörülmüştü. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması bunları engelledi. Kürtler de kaderlerini savaşın içinden itibaren Türklerle ortaklaştırmayı tercih ettiler.
Atatürk, Lozan görüşmeleri esnasında Musul’un Türkiye’ye katılması için çok çaba sarf etti ancak bunu sağlayacak güç olmadığı için başarılı olamadı. Bu işler güç ve beceri meselesidir. Birinci olmayınca ikincinin etkisi duruma göre sıfırlanabilir. Bunun tipik örneği Musul meselesidir. Tabii bu sonucun doğmasında 1924 yılında Nasturi, 1925 yılında Şeyh Sait ayaklanmalarının önemli payı vardır (Pekin-Yavuz, Asker ve Siyaset, s. 64).
Sorunun yakın geçmiş açısından tarihsel ve coğrafi bağlamı bundan ibarettir.
BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM EKSİKLİĞİ
Cumhuriyet kurulduğunda iki büyük yapısal sorunla başa çıkmak zorundaydı. Biri halkın cehaletinden ve gelenekselleşmiş padişah-halife tutkunluğundan beslenen gericilik, diğeri emperyalizmin sürekli kaşıdığı esasında birincisiyle de yakından bağlantılı Kürt ayrılıkçılığı...
Bu iki sorun birbirini besleyerek günümüze kadar geldi. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devleti güvenlikçi bir yaklaşımı benimsemek zorunda bıraktı. Ülkenin gelişmesine de fren oldu. Öncekileri saymazsak sadece 1984 yılından bu yana PKK ile mücadeleye harcanan kaynak ülkenin dış borç yükünün en temel girdisidir. Buna Suriye macerası da eklendiğinde günümüz fakirliğinin ekonomik köklerini anlamış oluruz.
Güvenlikçi yaklaşımı tamamen bir olumsuzluk örneği olarak da göremeyiz zira zor kullanma tekeli devlete aittir ve silahlı isyancılarla mücadele bütüncül bir yaklaşımı (sosyal, ekonomik, hukuki, askeri, idari boyutları da içeren anlamında) gerekli kılar. Zor kullanmak da o bütüncül yaklaşımın ayrılmaz bir parçasıdır. Bu noktada sorun, zor kullanmanın kendisinin bütüncül yaklaşıma dönüşmüş olmasıdır. Nitekim başlangıçtan itibaren meselenin sadece bir güvenlik sorununa indirgenmesi, kimi keyfi uygulamaları meşrulaştırmış ve halkla devletin gönül bağını zayıflatmıştır. Mesela bazı köylerin boşaltılması, bazı cinayetlerin açıklığa kavuşturulamaması ve bunun istismarı, bazı meraların askeri yasak bölge ilan edilmesi; sosyal ve ekonomik başka problemlere yol açmıştır.
Devlet meseleye bütüncül yaklaşsaydı da boyutları farklı olmak kaydıyla ayrılıkçı bir hareket hep olacaktı. Bu nedenle kendimizi kandırmaya mahal yoktur. Ancak bütüncül yaklaşım kimi hataların önüne geçebilirdi.
ETNİK AYRILIKÇI HAREKET
Karşımızda duran sorunun özünde ayrılıkçılık vardır. Bu ayrılıkçı hareketin öncüsü PKK’dir. Hem siyasi hem de askeri yapısıdır. PKK’nin yumuşak yüzü olan HDP de açık açık söylemese ve içinde farklı eğilimleri barındırsa da esas itibariyle ayrılıkçıdır. Adından da anlaşıldığı üzere Türkiye halkını “halklara” bölmeyi amaçlamakta ve etnik kimlik siyaseti yapmaktadır.
Bütün Kürtler ayrılıkçı mıdır? Çok şükür ki öyle değildir. Bu partiye oy verenlerin tamamının parti yönetimiyle aynı eğilim içinde olduğu ileri sürülebilir mi? Elimizde somut bir veri yok ancak en azından bir kısmı öyle olmalıdır...
YARIN: AKP’NİN
YIKICI ADIMLARI
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!