Adnan Binyazar

Az sözcüklüler

02 Ekim 2020 Cuma

Ray Jacobsen, “Barroy bir suskunluk ülkesi. Yetişkinler çocuklara ne yapacaklarını açıklamıyorlar, gösteriyorlar, çocuklar da onları taklit ediyor. (...) Sözcükleri az, elleri ve ayakları çok bilge bir halk” diyor Beyaz Deniz adlı romanında.

İnsan, sesi söze dönüştürerek uygarlığa ilk adımını attı. Bilgeler “Söz uçar, yazı kalır” dese de söz uçmadı insan, onu yazıya geçirerek sonsuz kıldı.

Öyle olmasaydı, Shakespeare’in sözü yazıya dönüştürerek oluşturduğu “Eskileri söyler benim şiirim, nasıl ki güneş her gün hem yenidir, hem eski” dizeleri yüzyılları aşarak bizlere ulaşır mıydı?

Halk bilgeliği

Jacobsen, bu sözleriyle, dilin eğitimdeki önemine değiniyor. O, göstermeden yana değildir, açıklamayı öne sürüyor. Göstermekle yetinilirse, çocukların ileride öncekiler gibi olup, “elleri ayakları çok bilge halk”a dönüşeceğini, bunun da taklitçiliğe yol açacağını ima ediyor. Eğitimde taklit ise bir tür kopya çekmektir.

Oysa dünyaları az sözcüklerle köreltilen kafalar, düşüncelerini geliştireceklerine, ellerini ayaklarını beyin sayarak gelişim yollarını tıkarlar.

Oysa bilgelik beyindedir, o olmasa ne el yerinden oynar ne ayak. O nedenle çok sözcüklülerin yerini az sözcüklülerin alması, gelişim körlüğü yaratır düşüncede. Çağımızda, en gelişmişinden en geride kalanına, toplumların düzenini bu çarpıklık bozuyor.

Sözcük türetme

Sözcük, kavram birimidir. Kavram, bir nesnenin, duygunun, düşüncenin zihinde oluşturduğu anlamdır. İnsan, düşünebilme evresinde anlamlandırdı nesneleri. Ekmeğe niye ekmek, güneşe niye güneş, güzele niye güzel dediğini o evrede düşündü. Yaşamı adların, eylemlerin, tasarlamaların biçimlendirdiği bilincine erince insanda yaratıcılık duygusu gelişti.

Dilbilimciler düşüncelerin, duyguların ancak anadiliyle anlatılabileceği kanısındadır. İnsanın kavramları adlandırması, onun anlatım inceliği yaratma duygusuna bağlanmalı. O nedenle üzerinden yıllar geçse de bellekteki yerini koruyan deyimlerde, atasözlerinde ilk sözcüklerin izine rastlanır.

Artalanında anadili söylemi olmasaydı, toplumun içinden bir Yunus Emre çıkıp sözün erdemini zihinlere şu özlü deyişlerle kazıyabilir miydi?

Sözünü bilen kişinin/Yüzünü ak ede bir söz/Sözü pişirip diyenin/İşini sağ ede bir söz.

Kişi bile söz demini /Demeye sözün kemini/Bu cihan cehennemini/Sekiz cennet ede bir söz.

Kültür dili

Türk dili yüzyıllar boyunca, yazın dilinde Farsçanın, bilim dilinde Arapçanın etkisi altında kaldığı için gelişimini geciktirmiştir. Taşrada bunun etkisi çok az görülse de kentlerde kültür dilimiz yabancı sözcüklerle dolup taşmıştır. Dede Korkut, Yunus Emre ile bir anadili fışkırması yaşanmışsa da yabancı dillerin etkisi sürmüştür.

İki yüzyıldır dilimizi egemenliği altına alan dillere karşı savaşım veriliyor. Atatürk’ün aydınlanma devrimi, dilimizin kökenlerine inmeyi kurumsallaştırmış olmasına karşın, bir dönemde Fransızca, bir dönemde İngilizce sözcüklerin dilimize sızması önlenememiştir.

Bugün de kentlerin büyük caddelerine dizili işyerlerinin adlarına gözü takılanlar kendilerini bir yabancı ülkede sanır. Korona salgınıyla bile dilimize nerdeyse yüzlerce yabancı sözcük sızdı.

İnsanımız her alandaki buluşlarına yenilerini katıp onu Türkçe sözcüklerle adlandırmadığı sürece, dilimiz yabancı sözcük salgınından kurtulamayacaktır. Şu sıralar, üniversiteden ilkokula, öğrencilerin bir araya gelip, buluşlar yapmaya koyulmaları, toplumda yaratıcılık bilincini geliştirmekle kalmayacak, dilimize yabancı sözcük sızmasını da önleyecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları