Adnan Binyazar

Çift başlı güneş

12 Temmuz 2019 Cuma

Somut nesneleri herkes aynı görür. Antoine de Saint-exupéry’nin Küçük Prens’inde olduğu gibi, birinin şapka gibi gördüğüne başka biri fil diyorsa, o zaman araya sanatsal soyutlama algısı girdiği düşünülür. Oysa gerçekte bir nesneyi herkes nasıl görüyorsa sanatçı da öyle görür. Ama gördüğüyle yetinmez, nesneden yansıyan çağrışımla onu algı alanına sokar. Öyle olmasaydı Picasso, kadını gözü tepesinde, dudağı çenesine yapışmış biçimde çizip renklendirebilir miydi?
Çocuk yazınının ......., yetişkinlerin de ilgiyle okuduğu Küçük Prens’in başkişisi söze şöyle başlar:
Altı yaşımdayken, ilkçağın ormanlarını anlatan Gerçek Öyküler adlı bir kitapta çok güzel bir resim görmüştüm. Bir boa yılanı avını yutmak üzereyken resmedilmişti. Kitapta şunlar yazılıydı: ‘Boa yılanı avını çiğnemeden, bütün olarak yutar ve hareket edemez hale gelir. Sonra da onu sindirebilmek için altı ay boyunca uyur.’ Bu orman maceraları üzerinde düşündüm, sonra renkli bir kalemle ilk resmimi yapmayı başardım. Şaheserimi büyüklere gösterdim ve korkup korkmadıklarını sordum. Ama onlar: ‘Korkmak mı? Bir şapkadan niye korkalım ki?’ dediler. Oysa çizdiğim resim bir şapkaya ait değildi. Koca bir fili sindirmekte olan bir boa yılanını çizmiştim ben.

Kutsal güneş
Hastanedeki odamın iki kanatlı, ortasından parlatılmış enlice bir çubuk geçen penceresi, sık ağaçlı parka açılıyordu. Bir sabah uyanıp o parlaklıktan cama yansıyan güneşi iki başlı görünce şaşırdım. Gözümü ondan alamıyor, hangi açıdan baksam güneşi tek başlı göremiyordum.
Doktorum bende bir algı yanılsaması gözlemlemiş olmalıydı ki, “Gözünün önünde oynaşıp duran nesnelerin görünümü değişiyor mu” diye sormuştu. Güneşin bana iki başlı görünüşünü o soruya bağlamıştım. “Demek hastalığın bir yansımasıdır bu çift görme” diye düşünmüş, öbür nesneleri neden çift görmeyişime bir yanıt bulamamıştım.
Pencereye yakın karyoladaki hasta kaç gündür başını yastıktan kaldırmadan uyuyordu. Gözünü açıp, güneşin değil çift, tek başlısını bile görecek durumda değildi. Ona soramazdım. İçime çekilip gelişmeyi zamana bıraktım.
Duygu dünyamda kötümserlikle iyimserlik birbiriyle dolaşıp duruyordu. Gün ışığı da o sabah öylesine ışıtıcıydı ki, iyimserliğe kapılarak, “Herhalde olağanüstü bir güç, güneşi çift başlı görme ayrıcalığı tanıdı bana...” diye geçirdim içimden.

Odama girenler çıkanlar...
O sırada odaya doktorum girdi. Uzaktan güneş ışığı vurmuştu yüzüne. Doktorla konuşurken boyu uzun mu uzun, kara derili bir görevli girip odanın tozunu almaya koyuldu. Kara deriye daha parlak yansımıştı güneş. Merak edip çift başlı gördüğüm güneş yerinde mi diye gözlerimi pencereye çevirdim. O gitmiş, yerini bildiğimiz güneş almıştı.

Esinlenmeler
Öğleden sonra hastaneden çıkacaktım. İçimde mutluluk kuşları ötüşüyordu. Sevinçten güneşi unutmuştum. Neredeyse sokaklara düşüp yüzünü bana göstersin diye firavunların tapındığı tek başlı Ra’yı arayacaktım sokaklarda...
Bellek yerinde durmuyor; içime Nâzım’ın dizeleri doluşuverdi:
Bugün pazar./ Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. /Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün /bu kadar benden uzak /bu kadar mavi /bu kadar geniş olduğuna şaşarak /kımıldamadan durdum. /Sonra saygıyla toprağa oturdum, / dayadım sırtımı duvara. /bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. /Toprak, güneş ve ben... /Bahtiyarım...
Ömründe gökyüzünü kendinden uzak, mavi, geniş gören Nâzım gibi, ben de yorgun bedenimi odadan dışarıya attım, sırtımı iri gövdeli bir ağaca dayayıp yüzümü gün ışığına tuttum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları