'Çevreci Başbakan' ve Emek Sineması...

14 Nisan 2013 Pazar

Başbakan son zamanlarda çevreci kesildi. Kürk giyenlere kızıyor, ağaç kesenlere öfkeleniyor, Kızılderililerin “Bütün ağaçlar kesildiğinde” diye başlayan ünlü tiradına başvuruyor... Eyvah! Bunlar hayra alamet değil. Çünkü genellikle ne söylerse tam aksini yapmak gibi bir alışkanlığı var...
Neyse ki durum çabuk anlaşıldı. Meğer, Başbakan’ın kaygısı Türkiye ile değil, yağmur ormanlarıyla ilgiliymiş. Birkaç gün önce Cumhuriyet’te
Fırat Kozok’un haberinde okumuşsunuzdur, Çevre Mühendisleri Odası’nın raporu çevrenin, ormanların, suların nasıl yok edildiğini ortaya koyuyordu...
Orman talanına izin veren 2B yasası... Çevresel etki değerlendirme raporlarının yok sayılması... Madenlerdeki atıkların doğrudan doğaya salınması... Koruma kurullarının özerkliğinin kaldırılması... Dereleri kuruma noktasına getiren, suların bir borunun içine sokularak elektrik üretme yoluna gidilmesi... Halka ve uzman görüşlerine karşın termik santral yapımlarına hız verilmesi... Bunlar başkalarının, Japonya ya da Brezilya’nın değil, Başbakan’ın başında olduğu hükümetin çevre politikaları!

Yeniden Emek
Üç gün önceki yazım, “Sevgili arkadaşım Atilla Dorsay; inadına sürdürmelisin yazmayı! İstanbul’u Dubai yapmaya çalışanlara inat, yıkımlara inat, yok edişlere inat yazmak ve haykırmak!” diye bitiyordu.
Atilla’dan ses geldi: Endişelenmeyin, yazmayı bırakmıyor. Kısa sürede iki kitapla çıkacak karşımıza
“İstanbul Nereye?” ve “Beyoğlu Nereye?”
Bu arada, kimileri de çıkıp, Emek Sineması için niye bunca kıyamet koparılıyor, anlamıyorum diyor. Nasılsa tıpkısı dördüncü katta olacakmış! Ben de bunu anlamıyorum.
Nasıl anlatmalı ki, bir yapı sadece inşaat malzemelerinden, beton, çimento, demir ve tuğladan oluşmaz. 
Nasıl anlatmalı ki, burası bizim aynı zamanda belleğimizdir, geçmişimizdir, anılarımızdır. Burası, bizim orada izlediğimiz filmlerle, yaşadığımız anlarla, o sahneden ebediyete uğurladığımız nice sanatçılarla yaşamını sürdürmektedir...
Nasıl anlatmalı ki, burası bizim toplumsal ve kültürel mirasımızdır. Ve ben artık pasajların dibinde, AVM’lerin içinde, süpermarketlerin derinliklerinde sinema, tiyatro, konser salonu istemiyorum!

Yaşanmışlık İstiyorum!..
Ve ben artık ÖZGÜNLÜK istiyorum, SAHİCİLİK istiyorum, yaşanmışlık istiyorum!
Belki şu listeyi verirsem anlatabilirim:
Tepebaşı Dram Tiyatrosu vardı. Mücevherden farksızdı. Yandı kül oldu. Şimdi orada garabet bir stüdyo ve otopark...
Daha önce Aksaray Belediye Tiyatrosu, Şehzadebaşı’ndaki Ferah Tiyatrosu da yanmıştı. Şimdi orada apartmanlar...
Aksaray Küçük Opera vardı, lokum gibi bir sahne... O da önce yandı, sonra işhanına çevrildi...
Beyoğlu’ndaki Komedi Tiyatrosu konfeksiyoncu, Gen-Ar Tiyatrosu (ah yüreğim!) büro oldu. Elhamra ve Ses Tiyatroları önce sinema oldular, sonra sizlere ömür...
Gümüşsuyu’ndaki Oda Tiyatrosu kuru temizlemeci oldu, Şişli’deki Umut Tiyatrosu pasaj....
Taksim’deki Arena Tiyatrosu (“
Sezar ve Kleopatra”ya - Kerim Afşar ve Işık Yenersu’ya selam!) büro oldu. Taksim Sahnesi yok oldu!
Bir süre öncesine dek direnen Karaca Tiyatrosu, İstanbul ve Beyoğlu Belediyesi marifetiyle önce yemekhaneye dönüştürüldü, sonra da belediye toplantıları için amacı belirsiz bir salona...
Yetti gayrı!
NOT- Sevgili arkadaşım, meslektaşım
Güngör Gönültaş sonsuzluğa göçtü, sevdiklerine kavuştu. Işık içinde yatsın. Yakınlarına, dostlarına sabır diliyorum.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Nice 100 yıllara 9 Mayıs 2024
Dans hayattır 2 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları