Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Saray siyasetinin güdülemesinde..

06 Ekim 2018 Cumartesi

İpin ucu öylesine kaçmış ki.. Başkan Erdoğan’ın Almanya ziyaretinde naklen canlı yayının yapıldığı televizyon kanalında haberci önce “Cumhurbaşkanı Erdoğan” tanımı ile gelişmeleri özetlemeye başlıyor, devamında saymaya çalıştım ama yanılmış olabilirim en az 5-6 kez “sultan” tanımı ile akışın haberlerini, değerlendirmeleri vermeyi sürdürüyor. Türkçe aksanı düzgün olmasa, “Yabancı, Alman gazeteci, aralarında, Almanya’da yerleşik bir sıfatla sultan deme alışkanlığı ile dil sürçmesi..” diyeceğim. “Acaba Almanya’da yandaşlar içinde yakıştırılan bir algının söylemlerine yansımış hali olabilir mi?” sorgulamalı tanıklığımı aktardığım bir başka arkadaşım benden bir adım önyargılı değerlendirmeyle, “Bilinçli, Saray, sultan algılamalarına katkı içindir..” dedi.
Dünün haberleri içinde, gerçek gündemi yansıtan besbelli güdümlü medyanın haberler sıralamalarında bilinçli siyasal güdülemenin aracı gündemlerin gölgesinde kalanlar arasında en güncel önemli olması gerekenler arasında, “Doğu Akdeniz’de paylaşım krizi” başlığı ile verilen gelişmeler önemliydi. Özetle Güney Kıbrıs yönetiminin belirleyiciliğinde Kuzeydoğu Akdeniz’in, dünyanın en verimli doğalgaz yatakları arasında kalan bölgede, uluslararası büyük şirketler, güçlü ülkeler paylaşımında daha önce bölünmüş alanların, güncel güçler dengesi, anlaşmalar, paylaşım çatışmacılıklarında gündeme giren yeniden düzenlenmesi sorunlarına ilişkindi..
Hani şu sular üstünde görülen yüzü ile, emperyal paylaşım gücünde önde giden ülkelerin, askeri güç gösterdikleri savaş gemileriyle birbirlerini kolladıkları sulardaki paylaşım savaşlarında sıkı pazarlıklarla yeni dengelerden söz ediliyor.. Suudiler, Kuveyt, Mısır’ın adları geçiyor da, söz konusu karasularında varlığı yok sayılan Kuzey Kıbrıs ve Türkiye’nin Başkanlık rejimi adına yapılan sıcak günlük açıklamalarda “bizi yok sayamazsınız” karşı çıkışları yansıtılıyor.

***

Toplumsal belleğimizin yitikliği ile ünlenmiş olsak da, Kıbrıs siyasetinde, AKP iktidarlarının etkin oldukları siyaset süreçleri içinde, BM’nin birleşik Kıbrıs etkin referandum kampanyaları dönemlerinde “Yes be Anam” sloganının belleklere kazınmış günlerini unutmuş olabilemeyiz değil mi? Erdoğan liderliğinde AKP’nin, liberalist yandaşlar eşliğinde yürütülmüş etkin medyatik güdüleme kampanyaları Kuzey Kıbrıslıların gönüllerini fethetmiş, referandumdan istenen sonuç alınmıştı. Ret, Güney Kıbrıs seçmeninden, yönetimlerinin de iradesiyle çıkmıştı.
Çarpıcı olan gelişme AB ilkelerine aykırı olduğu biline biline Güney Kıbrıs’ın tek yanlı üyeliğe alınmasının ötesinde, AB siyasetinde bağırlara basılması, Yunanistan ile birlikte, hem de Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye dönük tüm üyelik süreçlerinin işletilmesinde müzakerelere set çekilmesi aracı olarak kullanılmalarıydı. Şimdilerde ise Saray’ın güncel siyasetinde, kamuoyu güdülemesinde öne çıkarılan yaklaşımlar, baştan sona “Bizimi Müslüman kimliğimizle sevmiyor, istemiyorlar, ayağımızın altına taş koyuyorlar..” içerikli.
Yetmiyor, en başından Amerika’nın Ortadoğu üzerinden, çok bilinçli, Kudüs’ü İsrail çıkarları adına Başkent ilan etmesi kararı, İslam dünyası, Filistin, Hamas karşıtı olarak haklı tepkilere konu yapılırken, gerekçelendirmede sadece ve sadece inanç motifinin öne çıkarılması.
Perde arkasında gerçek çıkarlar savaşının emperyal güç odakları paylaşım, ekonomik savaşımın gündeminin, Akdeniz doğalgazı üzerinden yeni paylaşım savaşları olduğu gerçeğinin karartılması. Aynı çarpık yaklaşımı her sürecinde AB üyelik ilişkilerinde Türkiye’nin karşısına çıkarılan sorunların gerçek nedenlerinde yaşamıyor muyuz? AB üyelik ilişkilerinde karşımıza çıkarılan insan hakları, demokrasi, AB kriterleri üzerinden tartışmalarda, lafı geldiğinde “AB kriterlerini Ankara kriterleri yapmayı da biliriz” demogojisini yapmayı pek sevsek de, umursadığımız, ciddiye aldığımız yolunda yaptıklarımız hep aykırı düşmek olmuyor mu?
Son Almanya Başkanlık çıkarmasında da, özgürlüklere dönük tek büyük şovumuz, gerçekten estetik, uyumlu mimarisi ile cami yaptırmak, açılışını yasaklanmış toplantı, siyasal propoganda aracı olarak kullanmak olmadı mı? Kudüs kararının gerçek mağdurları olarak Suudiler, Kuveytliler, Mısır’ın gıkları çıkmıyor, Akdeniz yeraltı gaz paylaşımında yer kapma yarışı içinde yer alabiliyorlar da, asıl hak ve söz sahibi olması gereken Türkiye, Kuzey Kıbrıs hangi çarpık siyasetler, güdülemeler adına dışlanabiliyorlar?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları