Mumcu belleğimiz

24 Ocak 2013 Perşembe

Uğur Mumcu’nun yazıları, araştırmaları, bize bıraktığı kalıt, yalnız bir gazeteci için değil, toplumbilimciler, stratejistler, tarihçiler için de eşi bulunmaz bir hazinedir. Gelin o hazine sandığının kapağını aralayalım ve Mumcu’nun günümüze ulaştırdığı notları bir araya getirerek bir sonuca ulaşmaya çalışalım:

Mumcu’nun siyasal kimliğinin, dünyaya ve yurda bakış açısının olgunlaşma döneminin 1960’lı yıllar olduğunu söyleyebiliriz. O yıllara ilişkin saptama ve yorumları çok sağlam temele oturur. Bir yazısında şöyle der: “1960 sonrası, ‘antiemperyalist’ bilinçle yetişen yüksek öğrenim gençliği, ‘petrol ve madenlerin millileştirilmesi’, ‘bağımsız dış politika’ gibi konuları savunarak, yasal yollarla seslerini duyurmaya başladılar: Gençlik, ulusçu, toplumcu ve devrimci bilinçle halkı uyarmaya ve uyandırmaya çalışıyordu. Karşı eylem planlandı hemen…”

Yaşı 50’nin üzerinde olanlar, bizzat yaşadıkları için o dönemi komando kampları ile öğrencilerin bağımsızlık, özerk üniversite ve özgürlük istemlerine karşı yapılan baskılar ile anımsarlar. Mumcu’nun aktardığı “karşı eylem”, işte budur. Ve 12 Mart. Yüzlerce aydın ve gencin hapishanelere atıldığı, kontrgerilla işkencehanelerinden çığlıkların yükseldiği, Uğur Mumcu’nun sakıncalı piyade yapıldığı günler...  Ülkemiz, 12 Mart sonrası 1980’e değin süren çok kanlı bir döneme girer. Mumcu’nun o dönem yazıları, bir tarihsel çeteledir adeta...

“Abdi Genel, Burçin Öztürk, Mehmet Toprak, Ahmet Kırbulak, Ahmet Deveci, Yusuf Vehbi Yılmaz, İbrahim Kocakarın, Ekrem Söğüt, Ayhan Aklan, Zühtü Pehlivanlı, İsmet Yücel, Alpaslan Gümüş, Yaşar Özcivelek, Münir Çetinkaya, İsmail Tığlı, Muharrem Çivikıran, Cezmi Yılmaz, Halit Pelitözü, Kâzım Göktaş, Cengiz Pas, Kenan Dayıoğlu, Hasan Kadıoğlu, Şükrü Bulut, Yunus Ceylan, Nuray Erenler, Atilla Özkan, Mustafa Şenpınar...”

 

117 isim

Ve diğerleri ile tam 117 isimden oluşur liste. Bu isimler belki bugün bize hiçbir çağrışım yapmayabilir. Bu adları Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1977 günü Cumhuriyet’te yazdığı yazıdan aldık. Bu 117 kişi, yalnızca 1 Nisan 1975 ile 23 Ocak 1977 tarihleri arasında yine Mumcu’nun ünlü “Sesleniş” yazısında ifade ettiği gibi, birer top çiçek gibi toprağa düşmüş çoğunluğu gencecik çocuklarımız, yurttaşlarımızdır. Sorar Mumcu, aynı yazısında: “Neden öldürülüyor bunca insan, neden?”

Onlarca yazısı vardır Mumcu’nun öldürülen insanlarımız üzerine. Gazeteci Abdi İpekçi’den Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’a ve şimdi adlarını hiç anımsamadığımız terör kurbanı bir çok  insanımız üzerine. Hiçbirini ayırmaz, kınar katledilmelerini.

Evinde öldürülen Mersin Ağır Ceza Hakimi Halit Velioğlu’ndan da, bir duvara slogan yazarken kurşunlanan, henüz 20 yaşındaki Sinan Soner’den de söz eder. Gaziantep’te öldürülen SSK Hastanesi Başhekimi Orhan Özbay’dan, doktor Rauf Yılmazer’den, doktor Berces Seden’den de söz eder ve yazısını adeta bir çığlığa dönüştürür: “Gaziantep, Kurtuluş Savaşı’nda işgal altındayken bu kadar zulüm, bu kadar kan görmüş müydü: Böylesini işgal orduları bile yapmaz! Bunları yapanlar, yer altı işgalcileri, emperyalist ordulardan da hunhar ve alçaktırlar.”

Bu vurgusu çok önemlidir Mumcu’nun. 12 Eylül öncesinde yaşamını yitiren yurttaş sayımızı, bir acı, bir hüzün abidesi gibi açıklar bize: “5 bin 300 kişi...”

Bu sayıyı Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası sayılan Sakarya Meydan Savaşı ile kıyaslamak Uğur Mumcu’nun saptamasını doğrular: “22 gün, 22 gece süren Sakarya kanlı kapışmasında şehitlerimizin sayısı Sabahattin Selek’e göre 3 bin 282, Turgut Özakman’a göre ise 5 bin 700 kişidir. 1970’li yıllarda yaşadığımız o iç çatışmada, o karanlık kör dövüşte yitirdiklerimizin sayısı ise, ne hazindir ki, Sakarya Meydan Savaşı’nda şehit düşenlerimizle hemen hemen eşittir.”

 

Katliamları sorguluyor

Bilerek, istenerek, kışkırtılarak çıkarılan olaylarla yitirdiklerimiz arasında bireysel olarak öldürülenlerin yanı sıra, 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim’de 34, Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta 104 yurttaşımızın toplu kıyımları da vardır.

Sorgulanmaz mı bu dönem?  Elbette sorgulanır. Uğur Mumcu da, yazılarında onu yapar: “Sağcı bir militanda Sovyet yapısı Kalaşnikof, solcu bir militanın elinde Amerikan yapısı Smith Wesson ne arardı?  Mermiye gelince, o da ilginç: Mermiler de “Gecco” adlı Alman firmasından geliyordu. Neydi bunların anlamı?..”

Öldürülmesinden yaklaşık 10 gün önce, 13 Ocak 1993’te de Harp Akademisi’nde verdiği konferansta da konuyu ısrarla işler: “12 Eylül öncesi ülkeye 822 bin silah, milyonlarca mermi sokulduğu anlaşıldı. Bu silahların 10’da 9’u NATO ülkelerinde üretilmişti ve bir Varşova Paktı üyesi olan Bulgaristan topraklarından ve bir Bulgaristan devlet şirketi olan Kintex aracılığıyla Türkiye’ye sokulmaktaydı. Kintex şirketinin Türkiye temsilcileri de milliyetçi muhafazakar politikacılardı. Avukatları da bir eski milli istihbarat görevlisi idi. Bu denklemi çözmenin olanağı yok.”

Mumcu, sorguladığı bu denklemi çözmek için silah kaçakçılığını da, uyuşturucu kaçakçılığını da, öldürümlerin arkasındaki isimleri de bir bir ele alır. Gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca’dan söz eder. O Ağca ki, birkaç yıl sonra Papa’yı öldürmeye kalkar, yıllar sonra da Türkiye’ye iade edilir.

 

Türk gladyosu

Abdullah Çatlı’dan söz eder. O Çatlı ki, geçmişte yaşanan bir çok terör olayını yaratan bir çok karanlık ilişkinin sorumlusu, Mumcu’nun ölümünden yıllar sonra meydana gelen Susurluk kazasının ardından “Türk Gladyosu”nun en önemli ismi olarak resmi raporlara geçer.

Aydınlık yüzlü akademisyen Doç. Dr. Bedrettin Cömert’i öldüren Rıfat Yıldırım’ın Almanya’da uyuşturucu kaçakçılığından söz eder 1970’lerde. O Rıfat Yıldırım ki, ancak geçen yıl Aralık ayında Türkiye’ye iadesi gerçekleşmiştir.

1983 yılında ünlü kaçakçılardan Sarı Avni’nin bazı diğer kaçakçılarla birlikte Balıkesir’in Ayvalık sahilinde karanlık işler çevirdiğini yazar. O Sarı Avni ki, yazının yazılışından 15 yıl sonra, ancak 1998 yılında yine Balıkesir’in bir başka ilçesinde Altınoluk’ta sahte kimlikle restoran işletirken yakalanır.

1980 sonrası hızlanan Ermeni Asala örgütünün gerçekleştirdiği terör olayları da ilgi alanıdır Uğur Mumcu’nun. Dile kolay; Sydney’den Atina’ya, Fransa’dan Amerika’ya değin 34 değerli diplomatımız şehit olmuştur bu olaylarda. Ülkemizi onurla temsil eden 34 yetişmiş insanımız teröre kurban gitmiştir.

Bu konuda da, karışık gibi görünen denklemi, çok bilinmeyenli olmaktan sıyırır Mumcu ve TRT’de 1992 yılında dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ile katıldığı bir televizyon programında sonucu ortaya koyar: “Bir başka önemli olgu var: PKK terörü ve ASALA terörü arasındaki ilişki. ASALA terörü biliyorsunuz, Kıbrıs Barış harekatından sonra başladı. Daha önce yok muydu Ermeni iddiaları? Ama neden teröre dönüştü? Kıbrıs Barış harekatından sonra dönüştü. İç terörle eşgüdümlü biçimde 1980’e doğru tırmandı, 1982’de sahneden çekildi ve Lübnan’da PKK ile ASALA arasında bir toplantı oldu, ondan sonra PKK terörü başladı...”

 

İkiz kuleler ve rabıta

15 Ağustos 1984’ten bu yana onbinlerce kişinin öldüğü olayların nedeni Uğur Mumcu’nun deyişiyle bu denli açık, yalın ve ders vericidir. Dedikleri de zaman içinde çıkmış, hatta kanıtlanmıştır.

1980’lerin ikinci yarısında Rabıta olayına girer, derinlemesine araştırır Mumcu. 12 Eylül yönetiminin, emperyalist başkentlerden dikte ettirilen “yeşil kuşak” tasarımının uygulama alanını döker gözler önüne... İz sürer yazılarıyla, günümüze ışık tutar...

Geliriz 11 Eylül 2001’e, Amerika’da ikiz kulelerin vurulmasına... Amerika’ya yapılan terörist saldırıyı gerçekleştirenlerle ilgili soruşturma sonuçlarına göre, teröristlerin bir kısmı Suudi kökenliydi ve bu teröristler Suudi kökenli Usame bin Ladin’in talebeleriydi. Peki, Usame bin Ladin kimin talebesiydi?

Fransa Bilimsel Araştırma Merkezi yöneticisi Gilles Kepel’in araştırmalarına göre, Ladin, Suudi Arabistan’daki Kral Abdülaziz Üniversitesi’nde şeriat dersleri veren Abdullah Azzam’ın talebesiydi. Abdullah Azzam kimdi?

Yine Fransız yazara göre, Azzam; Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinden sonra aralarında ABD ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu ülkelerce desteklenen ve Peşaver’de Usame bin Ladin ile birlikte “cihat” çağrısı yaparak Müslüman ülkelerden gelen gönüllülerin “savaşçı” olarak yetiştirilmesini amaçlayan projenin yürütücüsüydü. Azzam’ın en önemli özelliği de, aynı zamanda Rabıta’nın “eğitim bölümü” sorumlusu olmasıydı. Mumcu’nun 1980’lerde Türkiye’de sorguladığı, araştırdığı Rabıta, ölümünden yıllar sonra, 2011’de ABD’de ikiz kulelerin vurulması ile dünya gündemine girmişti!

 

Kürt Türk'e, Türk Kürt'e kırdırılıyor

1992’de, Irak’ın Kuveyt’e girmesi üzerine patlak veren “Körfez bunalımı”nın yaşandığı dönemde Uğur Mumcu, yaptığı bir konuşma da aslında günümüzü de anlatıyor: “Dünya, tıpkı I. Dünya Savaşı öncesi olduğu gibi, pergelle cetvelle bölünüyor ve pergelle, cetvelle sınırlar çiziliyor. 1933 yılında Amerikan şirketleri Suudi Arabistan petrollerini ele geçirdiler. Aramco şirketini kurdular. Yine Batılı petrol şirketleri, İran’da Dr. Musaddık’ı devirdikten sonra İran petrollerine egemen oldular. İşte bugün Kuzey Irak’ta yaşanan kavga, yıllık 16 milyar dolar geliri olan Musul ve Kerkük petrollerine Batı şirketlerinin egemen olma kavgasıdır. İşte bu kavga için Kürt Türk’e, Türk Kürt’e kırdırılıyor. Bunu çok açık şekilde görmemiz lazım.”

Düşünün, son 30 yılda Türkiye’deki terör olaylarında ya da terör nedeniyle çıkan çatışmalarda 40 bine yakın insan ölmüş. – Tüm Ulusal Kurtuluş Savaşımız boyunca toplam şehidimizin, Turgut Özakman’ın saptamalarına göre 40 bin 736 olduğuna dikkat çekelim!

Dediğimiz gibi çok büyük bir rakam bu. Bu rakam aynı zamanda ülkemiz üzerinde oynanan oyunların büyüklüğünü de gösteriyor...

İşte Uğur Mumcu kalemiyle yaşadığı dönemin, hatta öldürümünden sonra topluma bıraktığı yapıtları ile bugün yaşadığımız dönemin bile tanıklığını yapmış, yalnızca tanıklığını yapmakla kalmamış, irdelemiş, somut öneriler geliştirmiş, yön göstermiş, yarına gemici fenerliği de yapmış bir yurtseverimizdir. Bir gazeteci, bir yazar, bir aydın olarak; zorlu yolları aşarak,  zaman zaman bir ceylan gibi narin ve ince ince sekerek, zaman zaman bir ak güvercin gibi barışın simgesi olarak, zaman zaman bir aslan gibi cesaretle karanlık olayların üzerine koşarak, soluk soluğa taşıdığı bilgi ve bilinç hazinesini yaşamı pahasına bugünkü kuşaklara, gelecek kuşaklara taşımıştır.

Uğur Mumcu, bizim belleğimizdir. Uğur Mumcu görevini yapmıştır. Sıra şimdi onun yaşamı boyunca çok değer verdiği toplumunda, halkında. Sesleniş yazısında dediği gibi: “Ey halkım unutma bizi, unutma bizi!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları