Hikmet Çetinkaya

Zaman Tünelinden Geçerken...

10 Şubat 2013 Pazar

Gerçek öyküler vardır yaşanmış yılların gerisinde kalan, unutulmuş, silinmiş...
Sararmış siyah beyaz fotoğraflar gibi!
Yüreği olan
insanı sarsan, uçurumlara sürükleyen...
Bir anda aklınıza gelir, anımsamaya çalışırsınız o yılları.
Bir
annenin çığlığı yankılanır odanın içinde!
Donup kalırsınız!
Kapırdayamazsınız!
Bir delikanlı ve bir anne...
Murat Dil ve Zehra Bad!
Bir pazar sabahı ölümlerden, acılardan, hüzünlerden söz etmek istemiyordum aslında.
Öyle olmadı...
Anılarım beni yıllar öncesine götürdü!
13 yıl önceki ölümleri, acıları anlatmaya karar verdim...
Onların öyküsü unutulmuştu;
Ahmet K’nin, İsmet Baycan’ın, Hacer Kaya’nın, Osman Arslan’ın, Hıdır Demir’in, Cumali Başaran’ın olduğu gibi...
Hepsi öldü cezaevinde kansere yakalanarak...
Tedavileri
yapılmadı, revirde yattılar, cezaları bir süre ertelenip hastaneye kaldırıldıktan kısa bir süre sonra hayata “elveda” dediler.
Hepsi siyasi hükümlüydü...
Unutulup gittiler...

\n

***

\n

Murat Dil, örgüt üyeliği suçundan İstanbul DGM’de yargılandı ve 21 yıl 8 ay hüküm giydi...
Gebze Cezaevi’ne 1996 yılında girdi.
1998 yılında hastalandı.
Tanı:
Safra kesesi iltihabı!
Anne şaşkın, ağabey şaşkındı...
Başvurmadıkları yer kalmamıştı. Murat, cezaevinin revirinde yatıyordu. Gardiyanlar sadece ağrı kesici ilaç veriyorlardı.
Anne,
oğluyla görüşmeye geldiğinde, gardiyanlar yüzüne ters ters bakıyor, soruyordu:
“Yatalak oğlunu görmeye mi geldin?”
Anne ağlıyordu...
Anne dizlerini dövüyordu, her görüş sonrası haykırıyordu:
“Oğlum göz göre göre ölüme terk ediliyor, bana yardım edin, oğlumu kurtarın, yalvarıyorum size...”
Gazetelerde haberler çıkıyordu;
dönemin siyasal iktidarı, Adalet Bakanı hiç umursamıyordu.
Hastane hastane dolaştırılıyor, ardından cezaevi revirine götürülüyordu.
1999 yılında “safra kesesi iltihabı” değil “karaciğer kanseri” olduğu anlaşıldı...
Gelen rapor üzerine cezası 9 Haziran 2000 yılında bir yıl ertelenerek tahliye edildi.
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldıktan bir süre sonra, 6 Temmuz 2000’de yaşamını yitirdi.

\n

***

\n

Böyle yazıları kimileri bilirim beğenmez!
Dedikleri şudur:
“Bu ülkede güzel şeyler de oluyor!”
Ben çiçekleri, kuşları, böcekleri, sokak köpeklerini, kedileri, ceylanları, dağları, ovaları severim.
Çevrecileri, kadın hakları savunucularını, çocukları!..
Töre adı verilen o vahşete, bağnazlığa karşı çıkarım!
Aydınlanma Devrimi’ni savunurum!
Irk, din, dil, mezhep ayrımcılığı yapanları, faşistleri, dincileri, tarikatçıları sevmem, sevemem!

\n

***

\n

Bir zaman tünelinden geçiyorum...
Yağmurlu
bir günde geniş avlulara düşen kül rengi bulutların gölgeleri içinde düşünürken Ergenekon sanığı Kuddisi Okkır’ın Edirne’de bir hastanede çekilmiş fotoğrafı geliyor aklıma.
Hani
“Ergenekon’un para kasası” diye yaftalanan kişi...
20 Haziran 2007’de Silivri’ye tıkılan kişi.
6 Temmuz 2008’de öldü...
Parasızdı!
Cenazesini
arkadaşları aralarında para toplayıp kaldırdı...
Ve Cumhuriyet’te bir haber okuyorum:
“KCK davasından tutuklu Cizre Belediye Başkan Yardımcısı Hanım Onur’un 5 yaşındaki lösemi hastası kızı Solin Onur’un babası da aynı davadan firari olduğu için tedavi zorluğu yaşarken durumu her geçen gün ağırlaşıyor!”
Solin’in
fotoğrafına bakıyorum.
Ne de güzel gülümsüyor!
Gözleri
bir kış çiçeği gibi pırıl pırıl...
Aydınlık!
Hayat denilen şey böyle işte...
Titreyen bir yaprak, bir çiçek, bir kuş gibi...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları