Hikmet Çetinkaya

Ulusalcılık Nedir?

17 Mart 2013 Pazar

Uzun uzun bakıyorum dağların yamaçlarına, vadiye ve denize doğru...
Yağmur nasıl yağıyor öyle!
Ya poyraz!
Bir solgunluk,
yeraltı ırmağı, sessiz kollar sarıyor bedenini.
Yüzün bir anda geri gidiyor
Yves Bonnefoy’un dizelerinde olduğu gibi.
Sessizliğin denizin sınırında...
Özlemlerin,
soğuğun meşalesinde tutuşuyor.
Suskunsun ve hüzünlü.
Yaralı ve şaşkın yapraklar gibisin, ölüm ülkesinde yakılan ateşleri biliyorsun.
Sorunun ne
olduğunu biliyorsun sen de herkes gibi...
Demokrasi ve özgürlük!
Yaşam hakkı!
Gelir dağılımındaki eşitsizlik!
Kürt sorununu
demokrasi ve özgürlük sorunundan ayırıp, bir başka kefeye koyarsan, üniversiteli gençleri, HES eylemcilerini “silahlı terör örgütü” yaftasıyla suçlayıp zindanlara atarsan, gazetecileri, bilim insanlarını, askerleri eli kanlı canilerle birlikte yargılarsan, TSK’de çalışan sivil kadın memuru “darbecilikle” suçlayıp içeriye atıp bilmem kaç yıl hapis cezası verirsen barış gelir ülkeye?
Bir yanda
Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK davaları...
Kim suçlu kim suçsuz, kim darbeci, kim demokrat?
İddianameleri okuyunca karmaşık bir durum çıkıyor...
Önce
durup bir düşünün olmaz mı?
Çağdaş bir demokrasi olmadan ne
Kürt sorunu çözülür ne başka sorunlar!

\n

***

\n

Bugün Türkiye’de laikliği ayrıştırıcı olarak görenler, bunu din, dil, ırk ve mezhep ayrımcılığıyla bağdaştıranlar şu gerçeği bilmek zorunda:
“Gelişmiş ülkelerde özgürlükçü demokrasiler laiklik temelinde yükselmiştir...”
Bunu
“laik devletin tüm inançlar karşısında eşit uzaklıkta durması, ayrışmaya gitmemesi olarak” görmeyenler “laiklik kavramı”nın ne olduğunun farkında değil.
Demokrasi olmadan bal gibi laiklik olur ama laiklik olmadan demokrasi ve özgürlük olmaz...
Bakın yakın tarihe,
Yunanistan’dan İtalya’ya; Almanya’dan İspanya’ya değin göreceksiniz.
Bizde ise darbeler dönemi!
Kimse kimseyi kandırmasın!
Laiklik, eski Yunancadan dilimize yerleşmiştir ve
“halksal” anlamına gelir...
Tıpkı
“Türkiye ahalisi”nin halk, topluluk anlamına geldiği gibi.
Türkiye’de kavramları karıştıranlar çok...
“Milli egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, “milliyetçi egemenlik” anlamına gelmediği gibi.
Bu kavram
antiemperyalist bir söylemdir...
68 kuşağı anımsar, Prof. Dr.
Muammer Aksoy’un 60’lı yılların sonlarında başlattığı “Milli Petrol” kampanyasını...

\n

***

\n

Bizde “millicilik” ya da “ulusalcılık” nedense “milliyetçilik” olarak algılanıyor...
AKP’ye karşı muhalefet yapmak başka bir şey, ulusalcı olmak başka bir şey...
Ulusalcı-yurtsever olacaksınız!
Bunu ancak
solcular, devrimciler yapar, eski faşolar ve onların yeniyetmeleri değil.
Sermaye-emek çelişkisi, emeğin örgütlü gücü gibi kavramları sağda solda dolaşan faşolar hiç kullanmaz.
Aranıza sızarlar, kışkırtırlar!
Bunlara dikkat edin, yanınıza yaklaştırmayın...
Atatürkçülüğü kimseye bırakmazlar!
İlhan Selçuk’un, Uğur Mumcu’nun, Server Tanilli’nin, Ahmet Taner Kışlalı’nın kitaplarını okursanız bunları yakından tanırsınız.
Siz bakmayın
“ulusalcıyım” diye ortalıklarda dolaşan derin milliyetçilere...
Gerçek
ulusalcı, Mustafa Kemal gibi olanlardır...
Onlar,
şovenist, ırkçı, kafatasçı, faşist değillerdir...
Kimilerini tanıyorsunuz!..
AKP’ye çoktan yanaştı...
Bu gibiler dün olduğu gibi bugün de
siyasal iktidarın karşısında olup eleştirdiler, muhalefet yaptıkları yağmadan pay aldılar...
Örnek vermeme gerek yok, siz tanırsınız onları...

\n

***

\n

Bir pazar günü doğayı yazacaktım, aşkı, özlemi, kuşları, böcekleri ve çocukları...
Yazamadım, ne yapayım!

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları