Hikmet Çetinkaya

Karanlıkta Yürümek...

03 Temmuz 2013 Çarşamba

Sessizlik, boş vermişlik, bir kenarda durmak, boyun eğmek, çıkar sağlamak, bize göre değil...
Bize göre değil baskıya, zulme teslim olmak!
Her
sevda özgürlüğün sesidir, onun için biliriz alanları doldurmayı istersek.
Hiç beklenmedik bir anda.
Dalga dalga oluruz, fırtına, bora, şimşek!
Geriye dönüp bakarız sonra.
İnsanlık
tarihinin kanlı sayfalarına, genç ölümlere, cinayetlere, devlet içindeki silahlı çetelere.
Alevlerin
alacakaranlığında, yıkık viran evlerde, dağ başlarında, o derin uçurumlarda bir şeyler ararız.
Umut hep vardır bizim için, karamsarlık içinde olsa bile.
O
son fırtınayı anımsarız!
Gizemli hüzünleri!
Yağmuru gök gürültüsünü!
Gece baskınlarını!
Gözaltıları!
İşkenceleri!
Darbeleri, diktatörleri,
Kenan Evren’i...
Annelerin
kollarını açtığını görürüz, başımızı göğsüne yasladığımız yılları düşünürüz.
Hayatın bir okyanus gibi mavi ve sonsuzluğuna inanırız.
Esmer yüzlere
konan kış güneşlerini özleriz, yaz aylarında kış çiçeklerini...
O mavi evlerde, kararmış kirli köşelerde yuvalanmış eli kanlı canileri,
Madımak’ı yakan yobazları unutmayız...

\n

***

\n

Sessizlik bize göre değil!
Devletin
ne denli acımasız olduğunu gördük 80’li, 90’lı yıllarda...
Aradan geçen bunca yıl değişen bir şey yok!
Şimdi
Gezi Direnişi’nde yaşıyoruz...
İstanbul,
Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir ve Antalya...
Gözaltılar tutuklamalar!
Yıllar önce Ankara
Ulucanlar Cezaevi’nde yaşanan vahşet...
Hayata Dönüş Operasyonu adı verilen o katliamlar...
Sabah uyandığımda
Ulucanlar’ı anımsadım, otomatik silahlarla, boğazları kesilerek öldürülen 10 tutuklu ve hükümlü genci anımsadım.
Ve bir de
İnkilap Dal’ı...
Kimdi o, anımsayan var mı?
Belki yakın arkadaşları ve ailesi unutmamıştır İnkilap’ı...
12 Eylül’de tutuklanmıştı, Aydın Cezaevi’nde yatıyordu...
Kan kanseri olmuştu...
Yurtdışına çıksa yaşayacaktı.
O yıllar
medyamız, toplumumuz daha duyarlıydı...
Kamuoyu oluşturuldu.
22 yaşındaki hükümlü İnkilap Dal serbest bırakıldı...
Bir gün bana uğradı İzmir’de...
Elinde
küçük saksılar içinde mor menekşeler vardı. Onları satarak hayata tutunmaya ve geçinmeye çalışıyordu.
İnkilap’a sormuştum:
“Hayat nasıl gidiyor!”
Gözleri buğulanmıştı...
Umutların bittiği, anıların yitip gittiği bir evrende yaşıyor gibiydi.
Varlığın
yetişemeyeceği gelecek zamanlarında koşmaktan yorulmuştu.
Hiç yanıt vermedi...
Sonra bir küçük saksıda bir tek menekşeyi bırakıp gitti...
Bir süre sonra ölüm haberi geldi.

\n

***

\n

Sessizlik bize göre değil!
Oturup
düşünmek, ayrılışın o gizemli hüznü bir yakarış dün ve bugün...
İster Gezi’de, ister Kuğulu’da, ister Gündoğdu’da...
Özgürlük askeri vesayetten de geçmiyor, sivil vesayetten de.
Özgürlük tankla, tüfekle, TOMA’yla falan olmuyor...
Çocuklarımızın gözlerinin içine bakın yeter!
Birey olun, düşünün yeter!
Dindar olun ama kindar olmayın!
Din pazarlamacılığıyla oy toplamayın!
Ayrımcılık yapmayın,
faşizme karşı direnin, köle olmayın!
Yaşamın
derinliğine inmeyenlere aşkı, sevdayı, özlemi, özgürlüğü bilmeyenlere ne anlatsanız boş!
Sevda özgürlüğün sesidir!
Bilirim karanlıkta yürümek güçtür...
O uçurumlar,
dağlar, ovalar, vadiler, denizler ve ırmaklar...
Bir yıldızın kayması bile geleceğin aydınlanma fişeğidir, boyun eğmediğimiz sürece!

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları