Hikmet Çetinkaya

Hüzün Ağacı...

06 Ocak 2013 Pazar


Yaşama korkunç ara sokaklardan varılmaz...
Sun Axelsson dünyaya bakarken “Bakışın başkalarına ulaşması için, önce senin içinden geçmesi gerekli” der dizelerinde.
Dosdoğru
geçmelisin her şeyin içinden...
Başka yolu yok!
Korkunç acı çektirir insana...
Bilinmez bir yalnızlığın içine sürükler, seni kıvrandırır.
Birden
gözlerinizi açtığınızda, düşten sonra yumruklarınızı sıktınız mı hiç?
Bir çığlık, bir ayak sesi duydunuz mu?
Çığlık çığlığa uyandığınız oldu mu?
Güneydoğu’da askerliğini yapan Mehmetler, terhis olduklarında bir başka bakarlar dünyaya, insanlara...
Analarına, babalarına, kardeşlerine, eşlerine ve çocuklarına...
Her gece düşlerinde ölümleri görürler...
Mermileri, akan kanı...
Zalimliği
acıdan daha iyi bilir bu toplum aslında...
Korktuğu için bir şey diyemez, konuşmaz, susar.

\n

***

\n

Sevgi ve duygu, çocuklardan öğrenilir...
Zalimlik,
kendini iktidar olarak görenlerden, ırkçılardan...
Yazar, duyguyu ve sevgiyi çocuklardan öğrendiğini
yazarken bir şairin dizelerine takılı kalır gecenin karanlık sokaklarında:
“Ama ölümü kendim kavradım... Bir gün ölümü, silah kılığına bürünmüş ölümü apaçık gördüm...”
Tehdit ve gizemi bulduğumuz saatlerin içinde, dağların doruklarında bir karakolu düşünün...
Yıldızlar yitip gitmiş.
Dışarıda kar yağıyor...
Ve bir çete baskını...
Bir gün
sonra haberlere kulak verin televizyonları izlerken...
Ay yıldızlı bayrağımıza sarılı yedi sekiz tabut...
Şehit cenazeleri...
Tabutlara sarılıp gözyaşı döken çocuklar.
Eşler, analar, babalar, kardeşler...

\n

***

\n

Bir sabah uyandığınızda, bir sevencenlik içinde olsa yüreğiniz.
Size deseler ki:
Günaydın, güneşiniz olsun gönlünüzde!”
Ne denli mutlu olursunuz!
Gökkuşağının yedi rengi gibi.
Başınızı kaldırıp göğe baksanız uzun uzun.
Sonra bir şiir gelse aklınıza...
“Bir bulut içindeyim
anılar arasındayım.
Çaldığım gerçeklik
beni çağırıyor.
Yokum ben burada.
Rüzgârda dalgalanan uçuk renkli çamaşırlar
gibi sözcükler duyuyor musunuz?”

\n

***

\n

Toplum olarak hep labirentleri kullandık, güneşi yüreğimizde saklamadık.
Çünkü unutkan bir toplumduk!
Barışı
değil savaşı ister olduk!
Eğer kan duracaksa, çocuklarımız
ölmeyecekse barışa atılan her adımı desteklerim ben...
40 bin ölümüz var bizim...
Gazimiz, çocuklarımız...
Türk olsun, Kürt olsun ezilen insanlarımız...
Demokratik hak ve özgürlükleri doyasıya yaşayabilmek, sermaye-emek çelişkisini görebilmek, ayrımcılığı ortadan kaldırmak...
Eğer
üniter devlet çatısı altında olacaksa tüm bunlar, niye hâlâ kin, nefret ve intikam tohumlarını ekelim bu coğrafyaya...

\n

***

\n

Kurumuş bir ince dal değil yaşam...
Kar değil,
tipi değil, yağmur, fırtına, bora değil.
Sevdanın, aşkın rengidir insan olan için...
Sevgiyi ve duyguyu çocuklardan öğrenenler gibi...
Bir tutkudur o!
Zalimlik değil!
Ve şair günün aydınlığını
“ışık oldu bir gün her yanım” diye mırıldanırken gök kapanıyordu gri bir örtüyle...
“Yalnızca yitirdiklerim üzerine yazabilirim,
Hiçbir vakit sahip olmadığım şeyler üzerine.
Suskunluk üzerine, bu sahip olmadığımız tek
özgürlük.”
Bir
kahkahayla ödediğimiz yalnızlık...
Ölümler, kıyımlar, gözyaşları.
Bir
çocuk duruyor kapının önünde... Bakışları kilitlenmiş, yüreği sımsıcak...
Bitsin
artık bu ölümler, akan kan, gözyaşı.
Bakın
hüzün ağacı bile gülümsedi!

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları