Hikmet Çetinkaya

Giz Perdesi Açılır mı?..

26 Mayıs 2013 Pazar

Bir çaresizlik, darbelerin arasında sıkışıp kalmış bir yürek, insanlık onurunun ayaklar altına alınması...
1 Mayıs 1977’den kalma o yılgınlık, iç çekiş, boğazın düğüm düğüm olması, derin bir sessizlik.
Tıpkı kelimelerin sessiz oyunu gibi...
Asker intiharları,
şehitler, anaların gözyaşları, azgınlaşan terör, demokrasi, özgürlük, sivil anayasa.
Mayıs sonlarında sıcak bir hava...
Düş yağmuru altında yıldızların denizin üzerinde kayışı...
Bu ülkede öpüşmek
yasak, düşünmek yasak...
Temel hak ve özgürlüklere kelepçe vurulmuş...
Elinde kalem olanlar zindanlara tıkılmış.
2013’ün 1 Mayıs’ında İzmir’de yüreğine inen bıçakla can veren 58 yaşındaki İbrahim...
Sol gruplar arasındaki tartışma neden cinayete dönüşür?
Bu soruya
yanıt bile aramayan yine solcular, devrimciler, yurtseverler!
İnsanlık tarihinin sayfalarından ders çıkarmayan bir toplumun çaresizliği sıkıyor insanın canını.
80 öncesi o kanlı cinayetler, 90’lı yıllardaki faili meçhuller, Gladyo, derin devlet, tetikçi, itirafçı karışımı kanlı cinayetleri gerçekleştirenler.
Ve sonra utanmadan sıkılmadan gazetelere röportaj verenler:
“Ben devletimin emrindeyim, bugün emekli olsam bile!”

\n

***

\n

Doğan Öz, Uğur Mumcu, Musa Anter, Hrant Dink için “ölüm fermanı” yazan derin devlet, bugün bile yerli yerinde duruyor.
Sivas katliamını aydınlatamayan, kanlı Gazi Mahallesi katliamını çözmeyen, 12 Eylül’ün hesabını sormayanlar, kendilerine dokunanlarla hesaplaşırken, Reyhanlı eyleminin üzerindeki giz perdesini kaldırmayı düşünmüyor.
Demokrasiler yasaklarla değil yasalarla korunur...
Medyaya sansür, patronlarına baskı!
Bir yandan devletin baskısını, acımasızlığını protesto etmek için 1 Mayıs’ta alanları dolduranların 58 yaşındaki İbrahim’i bıçakla öldürmesi...
Bu ne yaman çelişkidir böyle!
Kanayan bir günün ardından, vadilerden gölgeler süzülürken
ölüm makineleri kan kusuyor hâlâ benim güzel yurdumda.
Sevdalar çiçeklenmiyor!
Öpüşmek yasak, sevişmek yasak!
Yanına konuşmanın,
yazmanın, düşünmenin yasak olduğunu koyduğunuzda, karşınıza ileri demokrasi çıkıyor.
Puslu çiçeklerin arasında dolaşıyorsunuz...
Artık yaralı gibiyiz hepimiz, kolayca ürperen, kolayca uçuveren.
İnatçı
beklentilerimiz biraz olsun avuntumuz oluyor.
Bir genç kız, bir delikanlı kirpiklerini titreterek:
“Belki bir gün öpüşmek serbest olur, sevişmesek bile!”
O zaman bir denizi düşünüyorsunuz...
Aylak dalgaları...
Solgun bir
gökyüzü, suskun bir yel.
Yalnızlık!
Umut!
Umutsuzluk!
Ruhumuz sessiz!
Hüzün!
Acı!
Zamanın durağında beklemekten yorgun.
Lajos Kassak’ın mayıs türküleri gibi:
“Yaşamak ve güneş belleksiz
İç içe gökle, uzak hasret artığına sürgün;
Yaşamak bize kalandır hâlâ
Parmaklarımız çoktan buza tutuklu.”

\n

***

\n

Bu ülkede darbelerin yapıldığı, darbeseverlerin varlığı elbet kesin ama aynı kesimin birbirleriyle ilişkileri sürekli...
Rant, yağma, vurgun!
40 yıl önce de böyleydi, 40 yıl sonra da...
28 Şubat’ın generallerinden hesap sorulurken, 12 Eylül’ün generallerinden hesap sorulmuyor, soruluyormuş gibi yapılıyor.
Diyarbakır, Mamak, Aydın zindanlarında kaç kişi öldürüldü işkenceyle?..
Kaç kişi poliste işkencede can verdi, sonra şu açıklama yapıldı:
“Gözaltındayken beşinci kattan atlayıp intihar etti!”
Susurluk ve 90’lı yıllar...
Faili belli olan faili meçhuller...
Vurgun ve talan!
Uyuşturucu işi falan!
Susurluk ruhunun varlığını
2007’li yıllarda görmedik mi?
Hrant Dink göz göre göre öldürülmedi mi? Malatya Zirve Yayınevi katliamı neydi ne değildi?
Hablemitoğlu ve Rahip Santoro niçin öldürüldü?
90’lı yıllar da önemli, 2000’li yıllar da...
Bombalar, mayınlar, kör terör,
Eşref Bitlis, Cem Ersever, Mehmet Sincar ve niceleri...
Neler olup bittiğini iyi bilenlerin bazıları öldü, bazıları yaşıyor.
Onlara dokunan var mı?
Yok!
Bir
giz perdesi var...
O giz perdesini
kim açacak?
Kim?

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları