Hikmet Çetinkaya

Cahil Cesaretiyle Doludizgin!..

27 Ekim 2013 Pazar
Gece göğünü seviyorum
Lyubomir Levçev gibi... Cahit
Irgat’ı seviyorum “konuş toprak
her gün insan daha perişan” dediği için...
Gece göğü çıplak, gece göğü
altında söyleniyor şarkılar, okunuyor şiirler.
“Sev beni gecem ol!”
Bir yıldız çıplaklığı, bir aşk masalı.
Gözlerinde deniz, gözlerinde
gemi, gözlerinde çırılçıplak yoksunluk...
Bir bilmece gibiyiz, çözülmesi çok kolay aslında...
Bir ufuk çizgisi sanki.
Kaygılar, sıkıntılar, düşünceler!
Paslı uykular içindeyiz gecenin sisi içinde.
Vurdumduymaz...
Sevgisiz!
Uyku bir ağaca benziyordu
ve sarmıştı sararmış dallarıyla hepimizi.
Gece apansız uyanmıştık...
Yılgındık. Ürkek...
Titreyen bir ışıktık...
Halkın ölümü her zamanki gibi oluyordu.
Köklerin arasında yıkanıyordu kan.
Savaş yıllarıydı...
Gözlerimiz yumulu,
kirpiklerimiz sulara
gömülüyordu. Geceydi...
Çıplak göğün altında yıldızlar çırılçıplak...
Can Yücel’in şiiri okunuyordu:
“Uzun sulardan trenler kalkıyor
Islak bir istasyonda iniyorum akşamüzeri
Adım başında bir gaz’te ölüsü
Bozuk bir şemsiye gibi kapanıyor gün”
***
Gece yağmuru başladı...
Gök giysilerini giydi yıldızlarla birlikte.
Belki bir Datça akşamı belki İzmir...
Miko Cenap’ın mekânı Can
Yücel Sokağı’nda...
Bir sevgi duvarında o güzelim
şiiri, birden aklıma geldi:
“Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanatsevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”
Düşlerde mi anımsanır aşk, yüreğin içinde mi
büyür hüzün ve acı.
Bir çift acılı gölge İvanov’un
Tanrısal mezarı üzerinde olduğu kesindir.
Aynı gizin iki sesli ağzı, aynı
düşün titreyen kanadıdır...
O akan kan, ölümler...
Neyin habercisidir?
Savaş, barış, katliam,
özgürlük kavramları nedir?
Toplu mezarlar, kardeş kanı!
Kadına şiddet!
Kaç kadın öldürülüyor günde,
bilen var mıdır?
***
Gecenin sesi soluğu kesilmişti...
Yorgo Seferis’in okuduğu
günbatımını geride bırakmıştık
Urla İskelesi’nde...
Çıplak göğü ve yıldızları özlemiştik.
Hayatı seviyorduk!
Kin ve nefret duygularımız yoktu...
Andre Laude’nin dizelerini,
çıplak, güzel ve taze; aşkın ve
ölümün ağlatısında dinlemiştik
gençlik yıllarımızda...
Kimimiz Mamak’ta kimimiz
Maltepe’de, Selimiye’de...
Yannis Ritsos’un göklerine
inanırdık, Edip Cansever’i de
severdik, Nâzım’ı da...
Aşklarımız denizin renkleri gibiydi...
Yalnızlıklarımız ise ölü kentler,
unutulmuş ormanlar...
Her şey bir varmış bir yokmuş gibi şimdi...
Troya’dan İyonya’ya bir kuş
uçuşu gibi gider gelirken dün
sabah Kadıköy rıhtımından,
Moda’da bir kahve molasından
sonra Selimiye’nin önünden geçtim...
Denize karşı kahvemi
yudumlarken yıllar ve yıllar öncesine gittim.
Gök yaralı bir martı gibiydi ve yarı soyunuktu...
***
Havada kış kokusu vardı...
Hani ülkenin bütünlüğü var ya,
kardeşlik, dostluk, hayat!
Ayrımcılıklara karşı ayakta
kalamayanlar birer birer bunları
alıp götürüyorlardı...
Farkında değildik!
Bir cenderenin içindeydik!
Nedense inanıyordu toplumun
bir kesimi bilerek ya da
bilmeyerek! Neye mi?
Demokrasi ve özgürlüklerin
yaşam biçimi olacağına!
Cehalet simsarlarından ne köy
olur ne kasaba!
Cahil cesaretiyle doludizgin!..

 

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları