Hikmet Çetinkaya

Bir Ağaç Ölür Bir Halk Uyanır!..

09 Haziran 2013 Pazar

Bugün pazar...
Yazımı esintili bir
İstanbul akşamına doğru yazıyorum...
Gökyüzü masmavi ve beyaz bulutlar kümesi...
Zeynep Oral’ın cuma günü yazdığı yazısını okuyorum bir kez daha.
Etkileyici bir yazıydı...
“Taksim Moskova’daydı...”
Zeynep o güzel yazısının girişinde şöyle diyordu:
“Bir ağaç ölür bir halk uyanır!”
Moskova-İstanbul hattında Zeynep’in yüreği hem paramparça hem de pır pır titriyormuş.
Uçaktan iner inmez doğruca
Taksim Gezi Parkı’na koşmuş.
Hepimizin yüreği paramparçaydı...
Maviler giyinmiş bir sabahın içinde uyandığımda
benim de yüreğim paramparçaydı.
Kendi kendime sordum:
Nâzım Hikmet bugün yaşasaydı Taksim Gezi Parkı’na ilişkin neler yazardı?”
50 yıl önce memleket özlemiyle ölen o koca çınar aslında 70 yıl önce yazmıştı belki “Bir ağaç ölür bir halk uyanır” dizelerini.
Nâzım’ın şiirlerinden esinlenerek yazmak istiyordum pazar yazımı.
Becerebilir miydim, bilmiyorum:
“Dört nala gelip uzak Asya’dan bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim!”
Evet bu
memleket bizim, hepimizin!
Irmaklar bizim, göller, denizler!
Aşk bizim, sevgi bizim, özlem bizim!
Çünkü biz
Anadolu’yuz...
Binlerce yıllık tarihin, kültürün boy verdiği bir coğrafyada yaşıyoruz.

\n

***

\n

26 Ağustos gecesinde saatler iki otuzdan beş otuza uzanırken İzmir rıhtımından Akdeniz’e bakan nefer...
Ve
Nâzım Hikmet:
“Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, ne ağaç ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize sesler geldiği için...”
Kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi...
Bıyığını okşarken gülümseyip dünyanın en yıldızlı karanlığını seyretmektedir.
26 Ağustos ve Büyük Taarruz...
İçimizde akan o küçücük nehir giderek çoğalmaktadır...
Bağımsızlık ateşi çoktan yakılmıştır...
Mustafa Kemal’in ve öteki komutanların gözleri çakmak çakmaktır...
Bu bir sevda masalıdır!
Tıpkı gülümseyen bir sap mor menekşe gibi...
Çünkü biz
Yunus Emre, biz Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu...
Nâzım Hikmet,
Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Dağlarca.
Bir ağaç ölür bir halk uyanır!
Hayat yedi renge bürünür!
Çocuklarımız,
gençlerimiz geleceğimizin, karanlık gecelerimizin yıldızları olur.
Bir gün gelecek anlayacak bizi yönetenler çocuklarımızı!
Çocuk gelinlerin çığlığını!
Savaşı değil barışı!
O
kan çiçeklerinin yürekleri neden yaktığını alev alev!

\n

***

\n

Nâzım “vatan haini ve düşmandı” Türkiye’de yaşadığı yıllar...
Baskıcı ve faşist devlet eğer çok sevdiği memleketinde
kalsaydı zindanlarda çürütecek ya da öldürecekti...
Sağ olsaydı Nâzım Hikmet,
Zülfü Livaneli’nin söylediği gibi coşkuyla izleyecek “Bir ağaç ölür bir halk uyanır” diyecekti.
Belki seslenecekti,
Taranta-Babu’ya mektuplarını okuyacaktı.
“Görmek, işitmek, duymak ve konuşmak alabildiğine, başı dolu başı boş koşmak...
Yaşamak ne güzel şey anasını sattığımın yaşamak ne güzel şey!”
Yaşamak güzel şey elbet!
Onurluca yaşamak,
köle düzenine, faşizme boyun eğmemek, barışçıl bir dünyada dünya halklarının kardeşliğini savunarak, ezenin değil ezilenin yanında olmak!
Demokrasiyi ve özgürlükleri çoğaltmak!
Yaşamak güzel şey anasını sattığımın!

\n

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları