Hikmet Çetinkaya

Ben Devletim, Ezerim!..

30 Mayıs 2013 Perşembe

Yüreğin paramparça oluyor, soluk alamıyorsun, karanlık bir gecenin içinde hayata dair düşler kurmak istiyorsun...
Farkındasın her şeyin!
Hayatın!
Acının!
Kinin!
Yaşına başına bakmıyorlar, henüz çocuk olduğunu düşünmüyorlar...
Acının orta yerinde kıvranıyorsun!
Pozantı’da, Antalya’da, Aliağa’da, daha pek çok yerde...
Alanlarda, sokaklarda...
Kıyıyorlar sana, zindana atıyorlar...
Şiddete uğruyorsun, tecavüze!
Kimsenin umrunda değil...
İşkencenin en babasını görüyorsun.
Avuçlarının içinde sakladığın umudu alıyorlar,
yüreğini koparıyorlar.
İşkencelerden geçiyorsun!
14 yaşındasın, 15 yaşındasın...
Hücrelerde geçiyor yılların.
Gözlerin mazgallara tutsak.
Ne kimliğin ne kişiliğin var senin...
Devlet seni koruyamıyor...
Çünkü sen
tutuklusun ya da hükümlü!
Gardiyanların elindesin.
Milletvekilleri geliyor, konuşuyor seninle.
Avukatlar geliyor, sorunlarını anlatıyorsun...
Falaka, dayak...
İşkencenin her türlüsü!
Ardından tecavüz...
Gazeteler manşetten veriyor haberleri, kimi zaman yazılar yazılıyor.

\n

Bir korku tünelindesin, yapayalnız, kimsesiz.
Kendi silahıyla vurulmuş kanlı bir bedenle, dağ başlarında elinde bombayla.
Ölüyorsun!
Alaca kuytularda, kaçak Kuran kurslarında, cinci hocaların yanı başında, neler olup bittiğini anlamıyorsun.
Sen çocuk gelinsin
14 yaşında, 15’inde doğuruyorsun...

\n

***

\n

Sen uzak kentlerdesin, yoksul ailelerin çocuğusun, kızsın, erkeksin...
Sana topluca tecavüz ediyorlar...
Bir süre saklıyor, sonra açıklıyorsun!
Gözaltılar, yargı...
Yine olan sana oluyor!
Sana
tecavüz edenler salıveriliyor...
Onlar hep güçlüdür çocuğum, ben bildim bileli.
Devlet onların arkasındadır.
Sen bir kayıp şehirde ya da zindanda...
O büyük göçler, o kanlı gözyaşları, seni yağmur suları gibi sürükledi doğduğun topraklardan başka yörelere...
Oralarda büyüdün.
Acılı bir tarih süreci,
yokluk, sefalet...
Baban yargısız infazları bilir mi acaba?
Kıyımları!
Acıları!
O kan göllerinden beslenenleri, uçurumları, çukurları.
Bir sayfada o öyküler yazılıdır, hüzünlü olsa da...
Sen dağ başlarında, sen vadilerde, sen büyük kentlerin sokaklarında...
Sen
Pozantı’da, Aliağa’da, Antalya’da, Mardin’de, Siirt’te kaygıların akan suyunda...
Taciz!
Tecavüz!
Şiddet!
İşkence!
Anımsar mısın 14 yaşındaki
Necla’yı...
Yıllar yıllar önce sisli ve soğuk bir
Diyarbakır akşamında nasıl öldürüldüğünü?

\n

Kulp ilçesine bağlı, boşaltılmayan köylerden birinde yaşayan akrabalarının yanına gider kardeşleriyle...
Korucu köyüdür burası...
Korucu olan akrabalarından biri
Necla’ya tecavüz eder!
Hamile kalır Necla...
Diyarbakır’a teyzesinin yanına kaçar...
Bir akşam kapı çalınır, amca oğlu korucu
Şehmuz karşılarına çıkar...
Necla
töre gereği öldürülür oracıkta...
14 yıl önce yaşanmış bir olaydı...
Acı ama gerçek!

\n

***

\n

Bir devlet çocuklara karşı dün de acımasızdı, bugün de acımasız...
Darbeler döneminde yaşadık bunları...
Sivil iktidarlar döneminde de!
Ezen ve ezilen!
Bir gölge oyunu sanki yaşadıklarımız...
Hayat defterinden bir sayfa!
Manisalı çocukları unuttuk, Mardinli, Siirtli kız çocuklarını...
Pozantı gerilerde kaldı, Antalya ve Aliağa...
Biz çocuklarımızın boynuna
“terörist yaftası” asarız, biz töre cinayetleriyle, tecavüzlerle beslenen bir toplumuz.
Biz devletiz çünkü!
Baskıcı!
İşkenceci!
Acımasız!
İsterseniz üstüne gidin, yakasından tutun,
hesap sorun, size şöyle diyecektir:
“Ben devletim, suç işliyorsun!”
Evet o
devlettir, ezer geçer üzerinizden silindir gibi...
Ezilenin değil ezenin yanındadır.
Bu çark böyle işler!

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları